PUTİN YİNE SAHNEDE
Prof. Dr. Mahmut BOZAN
Putin yine sahnede ve hiç inmeyecekmiş gibi. BAKAD Günlükleri adlı kitabımızda Soljenitsin’in SSCB’nin dağılma arifesinde Gorbaçov’a önerdiği “SSCB’nin kontrollü dağılması” olarak tanımladığı “Rusya’yı Kurtarma” plânının detaylarını vermiştik. Putin için bir nevi vasiyet olan ve 18 Eylül 1990 yılında Moskova’da yayımlanan Literaturnaya Gazeta’daki makalesinde Soljenitsin, kanlı ve savaşa dayalı bir dağılma tehlikesinin Rusya’yı Knezliğe çekeceği tehdidine karşı şöyle bir strateji önermekteydi. “Mademki SSCB bölünerek çökmeye mahkûmdur, mademki başka çaresi yoktur, o zaman kafamızı boşuna yormayalım. Önemli olan bu bölünmenin faturasını asgariye indirmektir. İşte kanaatimce şunu derhal, çekinmeden ilan etmeliyiz. Üç Baltık cumhuriyeti, üç Kafkasya cumhuriyeti, dört Asya Cumhuriyeti ve Moldavya, evet bu 11 cumhuriyet kesin olarak ayrılacaklardır. Kazaklar da yoğun olarak yaşadıkları bölge sınırları içinde isterlerse ayrılabilirler. Ve yalnız bu 12 cumhuriyet dışında kalan arazi, işte asıl Rus toprakları (Rus kelimesi yüzyıllar boyu Ukraynalılar, Ruslar ve Beyaz Rusların ortak adıydı) ki,18. Yüzyıldan başlayarak Rusya diye tesmiye olunmuştur. Şimdiyse Rusya Birliği demek daha doğru olacaktır.”
Soljenitsin Osmanlı Devleti gibi savaşarak dağılan bir Sovyet imparatorluğunun payına ancak Moskova-Petersburg hattında bir knezlik düşeceğini gördüğü için, “kontrollü bir dağılma” plânı uygulamasından bahsederek bugünkü Rusya Federasyonu’na ilave olarak Ukrayna, Belarus ve Kazakistan’ın Rus yoğun kesimlerini içerde tutacak bir plânda ısrar etmişti.
Görüldüğü üzere Soljenitsin bugünkü Rusya Federasyonu’nu, Belarus ve Ukrayna ve Kazakistan’ın Rusların yoğun olduğu bölgelerini birlikte ve bir devlet çatısı altında düşünmektedir. Ayrılma sürecinin behemehal uygulanmasını, hatta bu 12’liden ayrılmak istemeyenlerin de zorla ayrılmasını tavsiye ederken dikkate aldığı husus, kan ve şiddetin Devlet-i Âliye-yi Osmaniye’de olduğu gibi SSCB’yi atomize etmesini engellemek, özellikle Rus boyunduruğu altında kalan Müslüman, Türk ve akraba milletlerin istiklâliyetine fırsat vermemek ve kontrollü şekilde Rusya’nın varlığını garantiye almaktı. Bu plânın garantiye almaya çalıştığı çok önemli diğer bir husus ise Rusya’nın hayatiyetini sağlayan ve can damarını teşkil eden petrol, gaz ve diğer yeraltı zenginliklerini ki -bunların neredeyse tamamı Türk veya Müslüman milletlerin yaşadığı bölgelerden çıkarılmaktadır- elinde tutmaktı.
Putin, 2000 yılında Rusya Federasyonu’nun başına geçtiğinde önce selefi Boris Yeltsin’le bağımsızlık antlaşması imzalayan Çeçenistan Devlet Başkanı Çahar Dudayev’i suikastla ortadan kaldırmış ve Çeçenistan’ı yerle bir ederek yüksek sesle bağımsızlık talebinde bulunan Dağıstan, Tataristan, Başkurdistan ve Yâkutistan’a gözdağı vermiştir. Daha sonra ABD’de yaşayan Aleksandr İsayeviç Soljenitsin’i Moskova’ya getirerek devlet nişanı vermiş ve O’nun SSCB’nin dağılma plânının doğru olduğunu ancak o dönemde Rusya’nın zayıf olduğu için ABD ve Avrupa’nın zorlaması ile Rus halklarından olan Ukrayna ve Belarus’tan vazgeçmek zorunda kaldıklarını ifade etmiştir. Burada verilen mesaj açıktır. Ukrayna, Belarus ve muhtemelen Kazakistan’ın yarısı tehlikededir.
Putin fırsat eline geçtiğinde bu ülkeleri işgalden çekinmeyecektir. Nitekim bu ülkelerde zaman zaman ortaya çıkan huzursuzluklar, kargaşa ortamları bunun işaretlerini vermektedir. Dün Ukrayna’dan koparılan Kırım Rusya’ya ilhak edilmişti, bugün yine Ukrayna’dan koparılan Donetsk ve Lugansk’ın bağımsızlığının Rusya tarafından tanınacağı ilan edilmiştir. Putin bu bölgelerin Rusya’dan koparılarak oluşturulduğunu, hatta Ukrayna adında bir devletin de Lenin tarafından kurulduğunu, daha önce olmadığını ifade ile bu sayfanın henüz kapanmadığını ifade etmiştir.
İşte bu sebeple biz istihbarat geçmişinin pratiğinde pişen, Almanya’nın bütünleşmesine şahit olan ve ikinci bir dağılma dönemecinde Rusya’nın başına geçerek ülkesini derleyip toparlayan ve 2036 yılına kadar Kremlin’de oturmayı garantileyen Putin’i daha çok konuşacağız.
- YAYINLAYAN: akademik bakış, anasayfa, Genel, haberler
TÜRKİYE’DE HAYAT NEDEN PAHALANIYOR?
Prof. Dr. Mahmut BOZAN
2021 Kasım’ında Türkiye normal olmayan bir iktisadi gelişme yaşadı. Aniden Dolar kuru yaklaşık 8 TL’den 18 TL’ye sıçradı. Bu ani sıçramayı açıklayacak ciddi bir iktisadi hareket bulunmuyordu. Bu ani sıçramayı Hükümetin enflasyonla mücadele stratejisinin hatalı olmasıyla izah etmek mümkün değildir. Nitekim Cumhurbaşkanı karşı bir harekâtla bir gecede ABD Dolarını 18 TL’den 12 TL’ye düşürebilmiştir. Buradan da anlaşılmaktadır ki mesele iktisadi olmaktan ziyade sosyo-psikolojik çökertme harekâtıdır ve arkasında kimlerin olduğu meçhul değildir.
Meselenin arka plânına bakıldığında ABD başkanı Joe Biden’in başkan olmadan önce yaptığı “Türkiye’de iktidarı devirme” plânından başlamak üzere ABD ve müttefiklerinin Türkiye’de Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ı “diktatör” olarak hedef tahtasına oturtmaları ve güya Türkiye’nin iyiliğini düşünüyormuş gibi bir tavırlarla darbe teşebbüsleri ile muvaffak olamadıkları amaçlarına başka araçları kullanarak ulaşma çabaları olduğu açıkça görülmektedir. Bu “başka araçların” başında Türkiye’yi iktisaden çökertmeye çalışmak, muhalefeti örgütleyerek tek çatı altında birleştirmek, mahalli idare seçimlerinde İstanbul ve Ankara başta olmak üzere büyük şehirlerin önemli bir kısmını AK Partinin kaybetmesi sebebiyle “Erdoğan iktidarı artık sona yaklaşıyor” propagandalarını ABD ve Avrupa başkentlerinde bildik düşünce kuruluşları vasıtasıyla yaymak gelmektedir.
ABD’nin savunma sanayimiz ile mali sistemimizi hedef alan katsa (CAATSA) yaptırımları devam etmekte, F35 savaş uçağı ortaklığından çıkarıldığımız gibi, bedelini ödeyerek satın aldığımız F35’ler de bize verilmemektedir. ABD ve müttefikleri Türkiye’nin savunma sanayii başta olmak üzere yüksek teknoloji gerektiren alımlarını engellemeye çalışmakta, Suriye ve Irak’ta PKK ve PYD/YPG’yi destekleyerek Türkiye’ye karşı kullanmaktadır. Yunan ve Rumlara arka çıkarak Türkiye’yi Mavi Vatan’ın dışına itmeye çalışmaktadır. Karabağ ve Libya’da Türkiye’nin oynadığı rol onları hepten çileden çıkarmıştır. Tüm bunlar ABD ve müttefiklerinin neden iktidardan hazzetmediklerini ortaya koymaktadır.
AK Parti’nin beceriksizliklerine gelince, halkın öfkesini çeken memur alımlarında hakkaniyet yerine “mülakat” adıyla yandaşlarından başka kimseye fırsat tanımaması, ehliyet ve liyakat yerine parti sadakatini koyması, halkla bağlarını zayıflatması, müdahin ve dalkavukların meydan alması, tenkit ve eleştirilere kulağını kapaması, halkın yerine işadamlarını ve esnaf kesimini öncelemesi gibi parti yetkililerinin de gayet iyi bildiği bir yığın mesele sayılabilir.
İşin siyasi tarafına gelince Millet İttifakı adı altında seçim ittifakına giden muhalefetin içinde AK Partiden ayrılan eski başbakanlardan Ahmet Davutoğlu ile eski bakanlardan Ali Babacan’ın da bulunması, daha önce AK Parti kurucularıyla yol yürümüş olan Temel Karamollaoğlu’nun mevcudiyeti ibretliktir ve R. Tayyip Erdoğan’nın başarısızlık hanesine yazılan puanlardır. Neticede halk nezdinde %20 civarında teveccühe mazhar olabilen CHP, Erdoğan’ın yanında tutamadıklarını da yanına alarak şimdi millete umut olmaya çalışmaktadır. Millet ittifakına Batı siyasetinden ciddi destekler sağlanmakta, İstanbul’u yönetemeyen Ekrem İmamoğlu’na Batı başkentlerinden 2023 cumhurbaşkanlığı seçimleri için adaylık teşvikleri yapılmaktadır.
İşin tuhaf yanı Millet İttifakının halka en büyük vaadi de “güçlendirilmiş” denilerek parlamenter sisteme geri dönmedir. Yıllarca milletin canını yakan ve siyasi istikrasızlığın kaynağı olan iki başlı yönetimi parlatmaya çalışmak mevcut muhalefetin ülke idaresinde projesi olmadığını ortaya koymak demektir. Bu hususu önceki yazılarımda ele aldığım için burada tekrar detayına girmiyorum.
Evet, Türkiye’de hayat pahalanmıştır. Bunda birinci sorumlu siyasi iktidar olmakla birlikte, iktidar değişikliği özleminde olan uluslararası güçlerin payı da yabana atılmamalıdır. Oyun büyüktür. İktidar iktisat üzerinden vurulmak istenilmektedir. Siyasi iktidarın bakan ve başkan değiştirmekle, istatistiki verilerle oynayarak enflasyonu düşük göstermekle bu iktisadi krizi çözmesi mümkün değildir. Siyasi iktidarın temel gıdada KDV oranını %8’den %1’e düşürmesi doğru bir harekettir ancak bin türlü cambazlıklarla bu indirimi fiyatlara yansıtmayan esnafların da bu işte büyük vebali vardır. Piyasa onların insafına bırakılmamalıdır. Toplum kesimlerini esnaf üzerinden okumaya çalışan ve siyaseti “esnaf ziyareti” olarak algılayan siyasetçilerin kulakları çınlasın.
- YAYINLAYAN: akademik bakış, anasayfa, Genel, haberler
TAÇLI VİRÜSÜN SALTANATI
Prof. Dr. Mahmut BOZAN
Tarih boyu dünyada mikrop veya virüs menşeli birçok salgın hastalık dalgaları yaşanmıştır. En çok bilinenleri MS 165-180 yılları arasında Roma’da yaşanan Antoninus vebası, 541 yılında İstanbul’da yaşanan Jüstinyen Vebası, 1346-1353 yılları arasında Avrupa’da yaşanan Kara Veba, 1855-1859 yılları arasında Çin’de başlayarak dünyaya yayılan Üçüncü Veba salgını, 1918 İspanyol Gribi, 1957 Asya Gribi, 20. yüzyılın ortalarında maymunlardan insana geçtiği anlaşılan HIV (AIDS) virüsü, 2013-2016 yılları arasında Batı Afrika’da patlak veren Ebola salgını ve domuz gribidir. Bu salgınlarda milyonlarca insan ölmüştür.
Salgın hastalıkların periyotlarında küreselleşmeye paralel olarak bir daralma olduğu görülmektedir. Artık bir insanın dünyayı dolaşma hızına paralel olarak mikrobik canlılar da dünyayı dolaşabilmekte, üstelik milyarlarcası birden dakikalar içerisinde çoğalmaktadır.
2019 yılından beri pandemi virüsü tahtına Koronavirüs 2019 (COVID-19) çıkmış durumdadır. Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkan COVID-19 sürekli mutasyonlar geçirerek tabiri caizse yeni şartlara intibak ederek saltanatını sürdürmektedir. COVID-19 genellikle ateş, öksürük, yorgunluk, nefes almakta zorluk, koku ve tat alma hislerinde kayıp gibi tezahürler göstermekle birlikte farklı şekillerde de ortaya çıkabilmektedir. Virüsün Delta ve Omicron gibi varyantları sırayla yükselişe geçtikten sonra yeni varyantları da görülmektedir.
COVİD 19 virüsüne karşı Çin, Almanya, İngiltere, ABD, Rusya ve Türkiye’de aşılar geliştirilmiştir. Bu aşılardan Sinovac, CoronaVac, Sputnik V, AstraZeneca/Oxford, Biontech/Pfizer, Moderna ve Turkovac en çok bilinenleridir. Türkiye’de Çin aşısı (Sinovac) ve Almanya’da Türk hekimlerce geliştirilen Biontech ile Türkiye’de yapılan Turkovac en çok kullanılan aşılardır.
COVİD-19 pandemisine karşı dünyada ve Türkiye’de devletler aşı mecburiyetleri getirirken aralarında az da olsa hekimlerin de olduğu bazı toplum kesimlerine aşı muhalifleri ortaya çıkmıştır. Muhalifler COVİD-19’un laboratuvarda üretilen bir virüs olduğu, korku ve panik havası sağlanarak aşı üzerinden toplumun sömürüldüğünü iddia etmişler, geliştirilen aşıların ileride insan vücuduna yapacağı tahrip ve yıkıcı tesirlerin gizlendiğini, bu hususta görüşleri olan bilim adamlarının konuşturulmadığını, pandemi sebebiyle uygulanan karantinaların zararının virüsten aşağı kalmadığını söylemişlerdir.
- YAYINLAYAN: akademik bakış, anasayfa, Genel, haberler
TAÇLI VİRÜSÜN SALTANATI
Prof. Dr. Mahmut BOZAN
Tarih boyu dünyada mikrop veya virüs menşeli birçok salgın hastalık dalgaları yaşanmıştır. En çok bilinenleri MS 165-180 yılları arasında Roma’da yaşanan Antoninus vebası, 541 yılında İstanbul’da yaşanan Jüstinyen Vebası, 1346-1353 yılları arasında Avrupa’da yaşanan Kara Veba, 1855-1859 yılları arasında Çin’de başlayarak dünyaya yayılan Üçüncü Veba salgını, 1918 İspanyol Gribi, 1957 Asya Gribi, 20. yüzyılın ortalarında maymunlardan insana geçtiği anlaşılan HIV (AIDS) virüsü, 2013-2016 yılları arasında Batı Afrika’da patlak veren Ebola salgını ve domuz gribidir. Bu salgınlarda milyonlarca insan ölmüştür.
Salgın hastalıkların periyotlarında küreselleşmeye paralel olarak bir daralma olduğu görülmektedir. Artık bir insanın dünyayı dolaşma hızına paralel olarak mikrobik canlılar da dünyayı dolaşabilmekte, üstelik milyarlarcası birden dakikalar içerisinde çoğalmaktadır.
2019 yılından beri pandemi virüsü tahtına Koronavirüs 2019 (COVID-19) çıkmış durumdadır. Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkan COVID-19 sürekli mutasyonlar geçirerek tabiri caizse yeni şartlara intibak ederek saltanatını sürdürmektedir. COVID-19 genellikle ateş, öksürük, yorgunluk, nefes almakta zorluk, koku ve tat alma hislerinde kayıp gibi tezahürler göstermekle birlikte farklı şekillerde de ortaya çıkabilmektedir. Virüsün Delta ve Omicron gibi varyantları sırayla yükselişe geçtikten sonra yeni varyantları da görülmektedir.
COVİD 19 virüsüne karşı Çin, Almanya, İngiltere, ABD, Rusya ve Türkiye’de aşılar geliştirilmiştir. Bu aşılardan Sinovac, CoronaVac, Sputnik V, AstraZeneca/Oxford, Biontech/Pfizer, Moderna ve Turkovac en çok bilinenleridir. Türkiye’de Çin aşısı (Sinovac) ve Almanya’da Türk hekimlerce geliştirilen Biontech ile Türkiye’de yapılan Turkovac en çok kullanılan aşılardır.
COVİD-19 pandemisine karşı dünyada ve Türkiye’de devletler aşı mecburiyetleri getirirken aralarında az da olsa hekimlerin de olduğu bazı toplum kesimlerine aşı muhalifleri ortaya çıkmıştır. Muhalifler COVİD-19’un laboratuvarda üretilen bir virüs olduğu, korku ve panik havası sağlanarak aşı üzerinden toplumun sömürüldüğünü iddia etmişler, geliştirilen aşıların ileride insan vücuduna yapacağı tahrip ve yıkıcı tesirlerin gizlendiğini, bu hususta görüşleri olan bilim adamlarının konuşturulmadığını, pandemi sebebiyle uygulanan karantinaların zararının virüsten aşağı kalmadığını söylemişlerdir.
Sonuçta resmi kayıtlara göre 5 milyon (belki bunun birkaç misli) civarında insanın ölümüne sebep olan COVİD-19 virüsünün saltanatı devam etmektedir. Bu arz dabbesi sanki daha sonra gelecek virüs ordularının dümdarları gibi gözükmektedir. Herkesin ve özellikle her şeyi maddiyatta gören mağrur insanların insana ve hayata bakışlarını gözden geçirmesi için COVİD-19 bir ikaz atışı olarak değerlendirilebilir.
- YAYINLAYAN: akademik bakış, anasayfa, Genel, haberler