CHP’DE NELER OLUYOR?

Anadolu Ajansı: “Ekrem İmamoğlu İBB’ye yönelik yolsuzluk soruşturması kapsamında tutuklandı.”
Prof. Dr. Mahmut Bozan
Cumhuriyet Halk Partisi cumhurbaşkanlığı seçimlerini kaybetse bile mahalli idare seçimlerinde büyük bir başarı göstererek adeta yerel yönetimlerde iktidar oldu ve birinci parti konumuna geldi. İlk defa AK Parti ikinci sıraya düştü. Mahalli idare seçimlerinde üst üste iki defadır İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya ve Adana’nın da içinde bulunduğu büyükşehirleri kazanan CHP büyük bir güven patlaması ile gözünü cumhurbaşkanlığına dikmiş ve seçimi kaybetmekle birlikte 2. Tura bırakmayı da başarmıştı. Bu siyasi başarının analizleri önceki yazılarda yapıldığı için burada tekrara gidilmeyecektir. Ancak Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel başkanlığından düşürülmesi ve Özgür Özel’in CHP’nin başına geçmesi ile yeni bir dönem başlamış oldu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu cumhurbaşkanlığı adaylığını daha bir dillendirir oldu ve bunu yeni Genel Başkan Özgür Özel’in ağzından ilan ettirdi. İmamoğlu’nun vesayeti altında olduğu suçlamaları altında Özgür Özel daha da ileriye giderek gelecek cumhurbaşkanlığı seçimleri için CHP delegelerinin önüne sandık koyup İmamoğlu’nu “tek aday” yapmaya kendini mecbur hissetti. Her ne kadar Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş “Daha cumhurbaşkanı seçimine 3 yıl var, biz işimize bakalım, kamuoyu yoklamalarında benim oyum daha fazla çıkıyor bu erken sandık koyma işini doğru bulmuyorum” dese de pek dikkate alınmadı.
Ancak hizipler partisi olan CHP’den muhalifler önce Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının sahte olduğu yönünde yargıya şikâyette bulundular. Durum incelendiğinde işin ciddi olduğu anlaşıldı ve Ekrem İmamoğlu ile beraber 28 kişinin diploması ‘yokluk’ ve ‘açık hata’ gerekçesiyle İstanbul Üniversitesi tarafından iptal edildi. Hazırlanan raporda YÖK tarafından tanınmayan bir özel üniversiteden Devlet üniversitesine yatay geçişte yapılan usulsüzlük ve evrakta sahteciliğe kadar birçok unsur tespit edildi. İş bu kadarla da kalmadı, ortaya çıkan yolsuzluk iddiaları ve yine CHP’liler tarafından savcılıklara yapılan şikâyetler sahte diploma meselesinin çok ötesine geçti. Bu sefer iddialar çok ağırdı ve Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) gibi mali konularda çok ciddi bir istihbarat biriminin raporları bulunuyordu. Ayrıca uzun süreli teknik takipler, şahit beyanları ve müşahhas belgeler mevcuttu. Soruşturmaya konu olan meblağlar binlerle değil, milyonlarla da değil, milyarlarla ifade ediliyordu.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ve 99 şüpheli hakkında suç örgütü yöneticisi olmak, suç örgütüne üye olmak, irtikâp, rüşvet, nitelikli dolandırıcılık, kişisel verileri hukuka aykırı ele geçirmek ve ihaleye fesat karıştırmak suçları ile soruşturma başlatıldı. Buna ilave olarak yine Ekrem İmamoğlu, İBB Genel Sekreter Yardımcısı Mahir Polat, Şişli Belediye Başkanı Resul Emrah Şahan’ın da aralarında bulunduğu 7 şüpheli hakkında PKK/KCK terör örgütüne yardım etmek suçundan da ayrıca soruşturma başlatıldı. Ekrem İmamoğlu İBB’ye yönelik yolsuzluk soruşturması kapsamında sevk edildiği hâkimlikçe tutuklandı. İçişleri Bakanlığı, İmamoğlu’nun geçici tedbir olarak görevinden uzaklaştırıldığını bildirdi. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca, “PKK/KCK terör örgütüne yardım etmek” suçundan yürütülen soruşturma kapsamında gözaltına alınan İBB Genel Sekreter Yardımcısı Mahir Polat, Şişli Belediye Başkanı Resul Emrah Şahan ve Reform Enstitüsü Direktörü Mehmet Ali Çalışkan da Hâkimlikçe tutuklandı.
CHP’de fırtına devam ediyordu. Bu sefer de Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığı Özgür Özel’e karşı kaybettiği Kongrede yolsuzluk yapıldığı iddiası da yine CHP üyeleri tarafından yargıya taşındı. Bu sefer Özgür Özel acilen Olağanüstü Kongre kararı alarak bu fırtınayı savuşturmaya çalıştı ancak hiziplerin partisinde bu sefer de Özgür Özel’in olağanüstü kongre kararı alamayacağı iddiası ortaya atıldı. Hâsılı yıllarca hiziplerin birbirini yediği CHP millet önünde birbirini yemeye başladı. Bundan kurtuluş için de tüm bunları iktidarın tertiplediği iddiası ile Özgür Özel halkı ve bilhassa gençleri sokaklara “polisle kavga etmeye” çağırdı. Ortaya çıkan arbedede gerçekten polisler yaralandı. Yargıyla olan işini iktidarı suçlayarak aklamaya çalışan ve “Ekrem İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanı adaylığı engelleniyor” propagandası yapan CHP işi bir takım özel sektör kuruluşlarına boykot çağırısına kadar uzattı. Kendilerini demokrasinin teminatı AK Parti’yi ise diktatörlükle suçlayan Özgür Özel Batılı dostlarını destek olmaya çağırdı.
Tüm bu yaşananlar maalesef CHP’nin Türkiye’yi yönetecek bir olgunluğa sahip olmadığını göstermektedir. Belediye çapında yaşanan hizmetteki beceriksizlikler, yolsuzluklardaki pervasızlıklar, terör unsurlarıyla iş tutmalar halkın yöneticilerde görmek istediği ciddiyetle, sorumluluk duygusuyla bağdaşmamaktadır. Esas vahim ve tehlikeli olan da budur. AK Parti’ye karşı alternatif bir iktidar adaylığını halk kendilerine vermiş ve bir fırsat penceresi açmışken CHP bu fırsatı heba etmiş, “senden ancak muhalefet olur, muhalefette kal” tekerlemesinin fasit dairesine mahkûm olmuştur.
Bir sonraki seçimde CHP değil cumhurbaşkanlığını kazanmak, elindeki belediyeleri de kaybetmekle karşı karşıyadır. Bu bir kehanet değil, Perşembenin gelişinin Çarşambadan belli olmasıdır.
- YAYINLAYAN: akademik bakış, anasayfa, Genel, haberler
ÖCALAN’DAN SON ÇAĞIRI: PKK KENDİNİ FESHETSİN!

Kaynak: Anonim
Prof. Dr. Mahmut BOZAN
PKK’nın kurucu lideri Abdullah Öcalan ikinci defadır PKK’ya silah bırakma çağırısında bulunuyor. 2013-2015 yılları arasında Öcalan’ın silah bırakma çağırıları Suriye’deki “kanton” icatları ve Türkiye’deki çukur eylemleri arasında kaybolmuştu. Dahilde “biz sırtımızı PKK’ya dayamışız!” diyen bir parti ve “seni cumhurbaşkanı yaptırmayacağız!” diyen PKK emrinde bir parti başkanı vardı. Bu sefer tüm siyasi sorumlulukları üstlenerek PKK’nın kendini feshetmesi gerektiğini ifade eden bir Öcalan var. Asında iki dönem arasında bölgede yaşanan değişiklikler dışında dünyada değişen pek fazla birşey yok. Öcalan’ın ilk çağırısında da dünyada soğuk savaş dönemi sona ermişti, ülkemizde de başta ifade hürriyeti olmak üzere temel hak ve hürriyetler üzerine konulan yasaklar kaldırılmıştı. Ancak terör yoluyla Türkiye’ye dayatılan, Türkiye’yi bölmeyi amaçlayan emperyalist proje ve başta ABD, İsrail ve bazı Avrupa ülkelerinin patronajı ve destekleri halen devam etmektedir. O zaman farklı olan nedir?
Elbette ki farklı olan Türkiye’nin yaşadığı siyasi, idari, teknolojik ve savunma sanayiinde yaşanan değişimler ve gelişmelerdir. Buna ilave olarak Suriye’de Baas rejiminin çökmesi, Esed’in Rusya’ya kaçması, Türkiye’nin müzaharetiyle Suriye’de demokratik, üniter bir devletin kurulmaya başlanmasıyla ortaya çıkan yeni durumdur. Her yönden sıkışan ve nefes alamaz hale gelen KCK-PKK ve bileşenleri için yolun sonunun görünmesidir. İşte tüm bu sebepledir ki gidişatın akıbetini gören Öcalan, siyasi iktidarın çağırısını da bir fırsat olarak değerlendirmiştir.
Öcalan, yanılgılarını ve etkisinde kaldıkları reel-sosyalist sistemin 1990’larda çöktüğünü, aşırı milliyetçi savruluşunun zorunlu sonucu olan; ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler gibi taleplerin tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamayacağını, binaenaleyh PKK’nın savunacak bir görüşü kalmadığını, boşa düşüp kendini tekrar ettiğini beyan ile 40 yıl sonra bazı hesaplamalara göre 2 trilyon dolarlık maddi kayıp, can kaybı ve ölçülemeyecek kadar mânevi kayba sebep olduktan sonra, yok oluşun eşiğinde nedamet edip “tüm grupların silah bırakması ve PKK’nın da kendini feshetmesi” çağırısında bulunmaktadır.
Zararın neresinden dönülse kârdır. Devlet Bahçeli’nin aleni çağırısı ve Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ın tasvibi ve tahkimi ile başlatılan bu yeni süreç köprüden değil “uçurumdan önceki son çıkıştır.” Çıkanlar kurtulacak, çıkmayanlar ise uçurumla yüzleşeceklerdir. Nitekim İktidarın beyanları da ABD’ye cüz’i bir ücret karşılığı paryalık yapacaklara, soykırımcı İsrail’in amaçlarına hizmet edeceklere ve Öcalan’ın tabiriyle “Türkiye’yi bölmeyi amaçlayan emperyalist proje” için çalışacaklara hayat hakkı tanınmayacağı yönündedir.
Bu çağırı öncelikle halkımız ve onun bir parçası olan Kürtler tarafından genellikle müsbet karşılanmıştır. Şahsi menfaatini millet mazarratında gören bazı çevrelerin hoşnutsuzluk beyanları sonucu değiştirmeyecektir. Ancak bunlar içerisinde bazı akademik çevreler Öcalan’ın çağırısındaki “idari özerklik” kavramını tırnaklayabilirler. Gerekçe olarak da mevcut anayasada yerel yönetimlerin tüzel kişiliği, idari ve mali özerkliği haiz olduğu beyanını ileri sürebilirler. Öcalan’ın bu ifade ile neyi kastettiğini bilmemesi mümkün değildir. Zira anayasada yerel yönetimlerle ilgili bu hüküm ortada dururken PKK partilerinin “ille de demokratik özerklik” diye bağırmalarının idari adem-i merkeziyet için değil, siyasi ademi merkeziyet için olduğunu ve federe devlet istediklerini pekâlâ biliyordu. Bunu tüm PKK destekçileri ve akıl dâneleri de biliyor ama ifadelerini perdelemek için “demokratik özerklik[1]” gibi bir ifade ile yumuşatmaya çalışıyorlardı.
Nitekim sık sık kurdukları partilerin adına bir demokrasi kelimesi sıkıştırmaları, hatta Suriye’deki PKK yapılanmasını da “Suriye Demokratik Güçleri” (SDG) olarak değiştirmeleri aynı gayeye matuftu. Kısaltması DEM olan şimdiki partilerinin adının da “Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi” olması demokrasi kavramını hangi amaçla kullandıklarını ortaya koymaktadır. Bu kullanım ABD’nin de yabancı olmadığı, mesela Irak’ı işgal ederken, yakıp yıkarken ve insanlarını öldürürken kullandığı bir kavramdı. Bu sebeple Suriye’deki taşeron örgütün kendi adını SDG olarak değiştirmesini “harika bir çözüm” olarak değerlendirmişlerdi. Bu sebeple bazı akademisyenlerin sureti haktan görünüp “idari özerkliğe bile karşı olan Öcalan” üzerinden meseleyi başka mecralara çekme ve sulandırma taktiklerine itibar edilmemelidir.
Öcalan’ın çağırısına DEM Partisi de destek vermektedir. Nitekim Öcalan ziyaretinde DEM Parti milletvekilleri Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan’la beraber, yerine kayyım atanan Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk, DEM Parti Eş Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan, Öcalan’ın avukatı Faik Özgür Erol ve DEM Parti milletvekili ve Öcalan’ın geçmişte avukatlığını yapmış Cengiz Çiçek de bulunmuşlar, şu ana kadar da çağırıyı ret amacıyla istifa eden herhangi bir parti üyesi görülmemiştir.
Öcalan’ın çağırısına Irak ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi de destek vermektedir. İran resmi haber ajansı da yasak savar kabilinden “İran’ın çağırıyı müsbet karşıladığını” bildirmiştir. Etkisiz eleman rolündeki Avrupa ise ABD’nin baskısı altında kendi dertleri ile meşguldür. ABD’den kayd-ı ihtirazi ile yapılan beyanatlar Suriye’den elini çekmediğinin işareti olarak yorumlanabilir. Nitekim Suriye’deki PKK bileşenleri bu duruştan cesaret alarak kendisini ayrıştırmaya çalışmaktadır. Kendine isim yakıştırmada mahir Abdi Cilo’nun son beğendiği ismiyle “Mazlum Kobani” veya Trump’ın sıfat zammıyla ‘General Kobani’ “..bu iş bizi kapsamıyor” diye sıyrılmaya çalışırken, Öcalan’ın “Tüm gruplar” ifadesini görmezden gelmekte, devekuşu taklidi yapmaktadır. Kafasını kuma gömse de gövdesi dışarıdadır ve İHA’lı, SİHA’lı Mehmetçiğin hedefindedir. Efendisi ABD ve kâhyası İsrail de onu kurtaramayacaktır. PKK’nın kurucusu bile yaptıklarını hata olarak değerlendirip reel sosyalizm afyonu ile emperyalistlerin oyununa geldiklerini ifade ettiği bir zeminde “Trump’ın generaline” pek de söz hakkı kalmamaktadır.
Hülasa Öcalan’ın çağırısı dâhilde müsbet şekilde yankılanmış ve hüsnü kabul görmüştür. Devlet, siyasi iktidar, Cumhur İttifakı, DEM ve CHP başta olmak üzere tüm siyasi partiler ve saplantıları olan sekter gruplar hariç tüm sivil toplum örgütleri süreci desteklemektedir. Şimdi sıra KCK, PKK ve bileşenlerindedir. Çözüm Sürecini vaktiyle yaptıkları gibi “efendilerinin kesin talimatıyla” berhava edeceklerin kaçacağı yer ve sığınacakları bir güç kalmamıştır. Eğer öyle düşünüyorlarsa “uçurumdan önceki son çıkışı” kaybetmişler demektir. Onlara Suriye’den kovdukları Kürtler bile acımayacaktır.
[1] PKK’nın özerklik anlayışı ve demokratik özerklikle neyi kastettikleri hakkında detaylı bilgi için bkz. file:///C:/Users/BARU/Downloads/Pkk%20ve%20zorlama%20bir%20talep%20demokratik%20%C3%B6zerklik-2.pdf
- YAYINLAYAN: akademik bakış, anasayfa, Genel, haberler
MÜNİH GÜVENLİK KONFERANSI VE TÜRKİYE

Kaynak: T.C. Dışişleri Bakanlığı, www.mfa.gov.tr.
Prof. Dr. Mahmut Bozan
Münih Güvenlik Konferansı (Munich Security Conference/MSC), 1963 yılından beri küresel çapta güvenlik politikalarının tartışıldığı en kıdemli mekânlardan birisidir. Bu yıl 61 incisi düzenlenen konferans oldukça çalkantılı geçmiş ve Trump farkıyla bazı ezberler bozulmuştur. Bozulmayan tek ezber Eski NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in MSC Başkanı rolünü üstlenmesidir. Tıpkı Fransız vatandaşı Christine Lagarde’nin 8 yıl IMF başkanlığını müteakip Avrupa Merkez Bankası Başkanı yapılması gibi. Avrupa’da “eskiyen (b)ay(an)lar” kırpıp kırpıp yıldız yapılıyor. Hiçbir şey ziyan edilmiyor. Bizde ise zor yetişen çok değerli insan kaynağının çeşitli sebeplerle atıl bırakılmasına, heder edilmesine hayıflanmamak elde değil ama o şimdilik bahs-i diğer.
Münih Konferansına dönecek olursak, stres katsayısının öncekilere oranla daha yüksek olduğunu görürüz. Konferansın ana temaları arasında Avrupa’nın küresel güvenlikteki stratejik rolü, iklim değişikliğinin ulusal ve uluslararası güvenlik üzerindeki etkisi ve siber güvenlik ve yanlış bilgilendirmenin teknolojik tehditleri gibi maddeler yer alsa da konferansa Ukrayna-Rusya savaşı üzerinden Avrupa’nın güvenliği ve Trump’ın dış politika öncelikleri damgasını vurmuştur. Tüm Avrupa devletlerini şaşırtan Trump, yardımcısı JD Vance’nin diliyle Avrupa’da özgürlüklerin gerilediğini, otoriterliğin öne çıktığını söyleyerek transatlantik ilişkilerdeki gerilimi ve küresel güç dengelerindeki değişimde geriye düşen Avrupa’yı açığa çıkarmıştır. Azarlanan Avrupa liderleri itirazlarını biraz da “kendi kendine söylenme” şeklinde ortaya koyarken Çin her zamanki siyasi üslubu kullanarak “ABD’nin güç rekabetinden kaçınması gerektiğini” ifade ile iktifa etmiş, “hükümranlık ve haysiyet” savunması yapmaktan öte laf etmemiştir. ABD’nin doğrudan hedef aldığı Çin’in bu duruşu “güçlü iken zayıf, zayıfken güçlü görün” siyasetine uymaktadır.
Bu konferansın en keyifli tarafı ise Riyad’da ABD ile Ukrayna pazarlığı yapan Putin’dir. Öyle ki üzerine pazarlık yapılan Ukrayna Riyad’a çağırılmamış, AB’de dışarıda bırakılmıştır. Putin’i G7’ye davet eden Trump, Malta ve Yalta’dan sonra üçlü sacayağı kıdemlilerinden İngiltere’yi düşürmekte ve yerine Çin’i koymaktadır. Trump’ın diplomatik nezaketi dikkate almayan “paldır-küldür” tavrının AB tarafından ne kadar sineye çekileceği merak konusudur. Ancak ortaya çıkan çıplak gerçek Avrupa’nın küresel siyasette küme düştüğü kararının vicahi olarak yüzlerine okunmasıdır. Trump’ın alacak defterinde Grönland, Ukrayna’nın kıymetli madenleri, Birleşik Krallığa bağlı Kanada’nın 51. Eyaletliğe kabulü de bulunmakla birlikte “Ha.. Avustralya ve Yeni Zelanda’yı unutmuşum, onları da Avrupa’ya sağladığım güvenliğin vergi iadesi olarak alıyorum” derse hiç şaşırmayacağım. Bir önceki makalede “ormandaki kuşları tehdit ederek yavrularını yiyen tilki hikâyesi” Trump’lı yıllarda nasıl bir seyir izleyecek galiba onun ipuçlarını bir sonraki MSC’de tartışacağız.
Konferansın bizi ilgilendiren yanı da oldukça önemlidir. Zira Konferans öncesi yapılan ve soru listesi kamuoyu ile paylaşılmamakla birlikte “ülkelerin tehdit mi müttefik mi olduğu hususu, küresel güç algısı ve çok kutuplu dünya düzeni” hakkında sorular sorulduğu anlaşılan bir ankette Türkiye’ye bakışın düzelmeye başladığına dair işaretler görülmekte, ABD ve İsrail ise yerilmektedir. Anket sonuçlarına göre Türkiye’ye yönelik uluslararası algı müsbet olarak değişmekte, Türkiye’yi müttefik olarak görenlerin oranı, “tehdit” olarak görenlerden daha yüksek çıkmaktadır. Özellikle İngiltere ve Japonya’da bu fark 28’er puan, Çin’de 26 puan, Hindistan’da 25 puan, Güney Afrika’da 19 puan, ABD ve Kanada’da 14’er puan, Brezilya’da 10 puan, İtalya’da 5 puan ve Almanya’da 2 puan olarak belirlenmiştir. Fransa ise muhtemelen Ermeni parmağı sebebiyle Türkiye’yi tehdit olarak görmeye -2 puanlık bir fark ile de olsa- devam etmektedir.
Önceki ankete kıyasla, Türkiye’yi müttefik olarak görenlerin oranında en büyük artış Almanya ve İngiltere’de 11’er puan, İtalya’da 9 puan, Fransa’da 8 puan ve Kanada’da 6 puan olarak kaydedilmiştir. Bu veriler, yalnızlaşan yaşlı Avrupa’nın kamuoyunda Türkiye’ye bakışın müsbete kaydığı şeklinde değerlendirilebilir.
Anketin ortaya çıkardığı “kötüler” ise ABD ve İsrail olmuştur. Kamuoyu ABD’nin müttefikliğini sorgulamaya başlamıştır. ABD’yi müttefik olarak görenlerin oranı Fransa’da 15 puan, Japonya’da 11 puan, Almanya’da 9 puan ve İngiltere’de 6 puan azalırken; İsrail’i tehdit olarak görenlerin oranı İtalya’da 12 puan, Fransa’da 11 puan, İngiltere’de 9 puan, Almanya ve Japonya’da 8’er puan artmış, hatta anket yapılan tüm ülkelerde artan oranda tehdit olarak görülen tek ülke İsrail olmuştur.
Türkiye’nin barışçı tavrı, istikrarlı siyaseti, mazlum ve mağdurlara sağladığı destek, zalim ve zorbalara karşı kavi ve izzetli duruşu sadece İslâm dünyasından değil, vicdan sahibi tüm insanlardan takdir toplamaktadır. Türkiye’nin dünyadaki bu müsbet imajını tahkim edecek dâhili politikalara ihtiyaç vardır. Unutmayalım, baş bir batman taşı taşıyabildiği halde göz bir kılı kaldıramaz. Mesele nerede faaliyet gösterdiklerini göremediğim politika kurulları ile diğer parti yetkililerinin nazar-ı dikkatlerine sunulur. Ayrıca AK Parti’nin 23 Şubat Pazar günü yapacağı 8. Olağan Büyük Kongre de göze düşen kılın alınması için uygun bir fırsat olabilir.
- YAYINLAYAN: akademik bakış, anasayfa, Genel, haberler
TRUMP VE BİR TİLKİ MASALI

Kaynak: The Economist
Prof. Dr. Mahmut Bozan
ABD’de Donald Trump’ın yeniden başkan seçilmesiyle birlikte Dünya siyasetinde cephesi belli olmayan rüzgârlar esmeye başladı. ABD’yi güya “yeniden büyük yapmaya” gelen Trump, boş atıp dolu tutmaya çalışmakta, kış boyu ahırda kalan danaların baharla birlikte kırlara salınma esnasında yaptıkları hoplama-zıplama ve sağa sola çifte atma hareketlerine benzeyen davranışlar sergilemektedir. O kadar ki sözcüleri ve danışmanları “arkasını toplamaya” yetişemiyorlar. Böyle bir devlet başkanı mutavassıt bir ülkede olsa muhtemelen vesayet altına alınır ve tasarruftan men edilirdi. Ancak ABD gibi dünyanın en güçlü ülkelerinden birisi mevzu-bahis olunca bu kolayca yapılamıyor. Hatta böyle bir delinin saçmalamalarından menfaat devşirmeyi düşünen Netenyahu gibi caniler daha bir arsızlaşıyorlar.
Her gün yeni bir “cevher” yumurtlayan Trump’ın başkanlık makamına geçişinden bu güne kadar söylediklerini kısaca hatırlayalım:
- Trump, Grönland bizim olmalı diyor (ABD Jeolojik Araştırmalar Kurumu’na göre Grönland, 17,5 milyar varil petrol ve 148 trilyon m3 doğal gaz rezervine sahip).
- Kanada’nın ABD’nin 51. eyaleti olması gerektiğini ifade etmekten çekinmiyor.
- Panama Kanalı’nın ABD’ye geri verilmesi gerektiğini söylüyor.
- Ukrayna’ya yaptıkları askeri yardım karşılığında bu ülkedeki çok değerli nadir toprak elementlerini istiyor.
- Trump ABD’nin Gazze Şeridi’ni devralacağını, enkazını zengin Arap ülkelerine temizleteceğini, Gazze’deki Filistin halkını da başta Mısır ve Ürdün olmak üzere başka yerlere süreceğini, yani soykırımdan geriye kalanları da tehcir edeceğini söylüyor. Yanıbaşında “pişmiş kelle gibi sırıtan” Netenyahu’ya İsrail’in topraklarının “çok küçük” olduğunu ilave etmeyi de unutmuyor.
- Meksika ve Kanada sınırlarını kapatarak ülke tarihindeki en büyük sınır dışı etme operasyonunu yapacağını söylüyor.
- Trump, diğer ülkeleri ticaret savaşları ile tehdit ediyor, ABD doları dışında para birimi ile ticaret yapan ülkelere yaptırım tehdidinde bulunuyor. Çin ve AB başta olmak üzere pek çok ülkeye ilave gümrük vergileri koyacağını söylüyor.
- Rus-Ukrayna savaşını iktidara gelmeden önce 24 saatte, şimdi ise 100 günde bitireceğini, rehineleri derhal serbest bırakmazsa ateşkesi sonlandırıp Hamas’ı ve dolaylı olarak da Filistinlileri yok edeceğini iddia ediyor.
Tüm dünyanın istihza ile baktığı Trump’ın 40 güne sığdırdığı bu saçmalıklar acaba ABD’yi “yeniden büyük” yapabilecek mi? Veya gerileme sathı mailinden ABD’yi kurtarabilecek mi? Bunu zaman gösterir. Ancak bir önceki yazımızda ifade ettiğimiz gibi son dönemde “bunaklı-delili” başkanlarla yönetilen ABD’nin gerileme sarmalından çıkması mümkün görünmüyor. Muhtemel geçici bazı başarılar kazansa da bunların sadra şifa olma ihtimali çok zayıftır.
Trump’ı gerçeklerle yüzleştirecek ve ayaklarını yere bastıracak bir 4 yıl ile Trump’ın durumunu çok güzel resmeden bir tilki masalı var. Onunla yazımıza hitam verelim.
Bir zaman bir ormanda kuşlar huzurlu ve mutlu bir hayat sürüyorlarmış. Ancak ormana gelen bir tilki ile tüm huzurları kaçmış. Zira tilki eğik bir meşe ağacına yuva yapan bir kuşun tüm yavrularını ağaca çıkarak yemiş. Diğer kuşları da eğer her gün kendisine bir yavru atmazlarsa sıra ile hepsini yemekle tehdit etmiş. Eğik meşe ağacına çıkmasına aldanan kuşlar her gün tilkiye yüreklerinden bir parça atar gibi bir yavru atıyormuş, yavru atmayı geciktiren kuşlara ise kurnaz tilki; “at bir civciv, yoksa çıkar seni de yavrularını da yerim haa!” diye tehditler savuruyormuş. Bir bahar günü bir leylek de ormana gelerek bir ağaca yuva yapmış ve kuşların haline şahit olmuş. Onlara tilkinin tehditlerine boyun eğmemelerini, zira tilkilerin ağaca tırmanma kabiliyetlerinin olmadığını söylemiş. Tilkinin tehditlerine aldırmayan kuşlar da nihayet evlat acısından kurtulmuşlar. Tilki, kuş yuhaları arasında bitik bir şekilde ormanı terk etmiş. Evet, Trump bu tilki gibi dünyayı tehdit ediyor ve kendisini ormanda zannediyor. Kendini kuş zanneden bazı ülkelerin bu tehditten kurtulması için “hacı leyleği” dinlemelerine ihtiyaç var.
- YAYINLAYAN: akademik bakış, anasayfa, Genel, haberler
..VE TRUMP GERİ DÖNDÜ

Kaynak: Euronews.com
Prof. Dr. Mahmut BOZAN
ABD’de başkanlık seçimini kazanan Donald Trump 20 Ocak 2025 tarihinde yapılan yemin merasimi ile ikinci defa başkanlık koltuğuna oturdu. Dini yemin merasimine yaşayan tüm ABD eski başkanları ile birlikte teknoloji milyarderlerinin de iştirak ettiği görüldü. Başka ülkelerin devlet başkanlarının davet edilmediği yemin merasiminde birlik ve bütünlük görüntüsü ve mesajları dikkati çekti. ABD’de Hristiyan, Yahudi ve Müslümanlar başta olmak üzere sair din mensupları da yaşadığı için yemin merasimlerinde Hristiyan ve Yahudi din görevlileri dua ederken Müslümanları temsilen herhangi bir din görevlisine yer verilmemesi de dikkatlerden kaçmadı. Bu sızıntı Trump’ın Müslümanlara bakışı hakkında diplomatlara ve ilgili taraflara gerekli mesajları vermektedir.
ABD’de bunlar olurken ister istemez insan 2007 Türkiye’sini düşünmeden edemiyor ve eski cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Çankaya Köşkünde basına kapalı olarak yeni cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e törensiz 20 dakikada devir–teslim yapması ve kaçarcasına Çankaya Köşkünden ayrılmasını hatırlıyor. Oysa Trump ile Joe Biden arasındaki hitap ve hakaretlerin hiçbirisi Sezer ile Gül arasında yaşanmamıştı. Bir başka önemli husus ise ABD’de bu güne kadar yapıla-gelen dini yemin ile Türkiye’de yapılan ladini “namus-şeref” andı içmedeki tenakuzdur. Türkiye’de halen bazı kesimlerin din fobisinin dinmediği, ladiniliği din kabul eden ekalli kalilin mütedeyyin ekseriyet üzerinde nüfuz ve psikolojik baskısının devam ettiği anlaşılmaktadır. Bu azın azı olan kesimin gücünü nereden aldığı meselesi ise ayrı bir makale konusudur.
ABD’nin 47. Başkanı olan Donald Trump güçlü bir propaganda rüzgârı estirerek büyük vaatlerle gelmiş, “ABD’yi yeniden en büyük yapacağı” en birinci sloganı olmuştur. Hatta daha da ötesine geçen Trump, yapılan suikasttan kendisini “Amerika’yı yeniden yüceltmesi için” Allah’ın kurtardığını söylemiştir. Bu vesile ile ifade etmek gerekir ki tüm Batı’da olduğu gibi ABD’de de milliyetçi, hatta ırkçı aşırı sağ yükseliştedir. Bu sebeple ABD’de liberal ve dışa dönük politikaları tercih eden Demokratlar değil, daha dindar ve muhafazakâr siyaset takip eden Cumhuriyetçiler kazanmıştır. Nitekim Trump daha devir teslim töreninde Demokratların önünü açtığı LGBT ifsatlarına kapıyı kapatmış ve kadın-erkek dışında üçüncü bir cinsiyeti kabul etmeyeceğini açıklayarak “Kadınları toplumsal cinsiyet ideolojisi radikalliğinden korumak ve federal hükümette biyolojik gerçekliği tekrar hâkim kılmak” adlı kararnameyi imzalamıştır. Uluslararası ilişkilerle ilgili olarak da iddialı beyanlarda bulunmuştur. İsrail ile Filistin arasında varılan ateşkesi kendisinin sağladığını söyleyen Trump, 100 gün içerisinde de Rus-Ukrayna harbini bitireceğini ilan etmiştir. Trup’ın vaatlerini ve siyasetini yaşayarak göreceğiz ancak acaba Trump ABD’yi yeniden büyük yapabilecek midir? Birazcık bu meselenin üzerinde durmak gerekiyor.
Öncelikle 2. Dünya Harbi sonrası galipler içinde başı çeken ABD, dünyadaki en büyük ekonomiye sahipti ve küresel ekonomideki payı %50 civarındaydı. 2024 yılında ise küresel ekonomide ABD’nin payı %22’ye inmiş, satın alma gücü paritesine göre liderliği Çin’e kaptırmıştır. Tablo 1’den de anlaşılacağı üzere artık ABD iktisadi olarak inişe geçmiş bir ülkedir. Trump’ın bunu nasıl durduracağı, hatta yeniden nasıl büyük yapacağı bir muammadır. Bu düşüş sadece iktisadi göstergelerde değil, diğer alanlarda da görülmektedir.
Tablo 1: Küresel Ekonomide ABD’nin Payı

Kaynak: Federal Reserve Bank of St Louis
ABD’nin inişte olduğu neredeyse tüm göstergelerde açığa çıkmaktadır. Milli Kapasite Bileşik Endeksi‘nde ABD’nin iki dünya harbinde zirve yaptığı ancak daha sonra hızla gerileyerek 2000’li yıllarda durgunluğa girdiği ortadadır. Tablo 2’de İngiltere’nin nasıl baş aşağı gittiği, Çin’in ise nasıl tırmanışa geçtiği görülmektedir. Tabloda görülmese de yakın bir gelecekte Hindistan’ın da ikinci bir Çin olmaya aday olduğu rahatlıkla söylenebilir. Artık dünya çok kutuplu ve Asya’nın güç teraküm ettiği bir dünyadır. Türkiye’nin öncülük ettiği Türk Devletleri Teşkilatı geleceğe yönelik umut sinyalleri verirken, Avrupa ana sermayeden yemekte, ABD ise gerileme emareleri göstermektedir.
Tablo 2: Milli Kapasite Bileşik Endeksi

Mevcut tablo kimseyi aldatmamalıdır. Orta ve uzun vadede Türkiye’nin yeri bugünlere göre daha yukarıda olacaktır. Bu ifadeler iyimser bir “güzel günler bizi bekliyor” avuntusu değildir. Türkiye tırmanıştadır. Gerek iktisadi, gerek askeri, gerek teknolojik, gerekse jeo-stratejik konumunun itici gücü ile birlikte yükselmektedir. Batı ittifakının uyguladığı ambargolar, yaptırımlar, terör saldırıları neticesiz kalmıştır. Garip bir şekilde Batı siyaseti onlar farkında olmasa da ABD’yi değil, Türkiye’yi yeniden büyük yapmaya hizmet etmektedir.
- YAYINLAYAN: akademik bakış, anasayfa, Genel, haberler
BAKAD YAYINEVİ 5. E-KİTABINI YAYINLADI

Batı Karadeniz Akademisyenler Derneği’nin 2019 yılında kurmuş olduğu BAKAD Yayınevi 5. e-kitabını yayınladı. “BAKAD Günlükleri-4 Türkiye ve Dünya Siyasetine Akademik Bakış” adını taşıyan bu Kitapta 2024 yılında ülkemizde ve dünyada yaşanan önemli olaylar analiz edilmektedir. Öncelikle uluslararası siyasette ABD ve Batı desteğini alan İsrail’in Gazze’de uyguladığı soykırım ve Filistin Halkı’nı imha etmek için yaptığı vahşet kitabın ilk makalesini teşkil etmektedir. Ayrıca Dünyada barışı korumak için kurulan Birleşmiş Milletler de teşrih masasına yatırılmaktadır. Dâhili siyasette ise Mahalli İdare Seçimleri değerlendirilmekte, 27 Mayıs 1960 ve 28 Şubat 1997 demokrasiyi vesayet altına alan ve yakın tarihimize düşülen kara lekeler yıl dönümlerinde yeniden değerlendirilmektedir. Kamu ve özel sektördeki mali zararlara ve can kayıplarına yol açan yolsuzluk ve usulsüzlükler de belediyeler ve özel hastaneler üzerinden incelenmektedir. Kitap, hüsnü hatime nev’inden Suriye’de Baas diktatörlüğünün yıkılışı, Beşer Esed’in Rusya’ya kaçışı, Rusya ve İran’ın bölgeden çekilişi ve Ahmed el Şâra’nın başkanlığında yeni bir devletin teşekkülünü ele alan “Arap baharında son perde Suriye’de indi” başlıklı makale ile hitam bulmaktadır. E-Kitap olarak yayınlanan bu çalışmada ülkemiz ve dünya gündeminde yer alan konuların detaylarını bulabilir, bilgisayarınızdan, tablet veya telefonunuzdan kolayca erişip okuyabilirsiniz.
- YAYINLAYAN: akademik bakış, anasayfa, Genel, haberler
ARAP BAHARINDA SON PERDE SURİYE’DE İNDİ

Kaynak: www.cnnturk.com.
“Hak şerleri hayreyler, Zannetme ki gayreyler, Ârif ânı seyreyler,
Görelim Mevla neyler, Neylerse güzel eyler.”
Erzurumlu İbrahim Hakkı
Prof. Dr. Mahmut BOZAN
Arap baharında son perde nihayet Suriye’de indi. İran, Rus, PKK ve Esad saldırılarına karşı İdlib’de Türkiye’nin teminatı altında yaşayan Hey’eti Tahrîri’ş Şam (HTŞ) adıyla anılan ve düşünce olarak metamorfoz geçiren muhalifler harekete geçerek önce Haleb’i daha sonra da Hama ve Humus’u alarak Şam’a dayandı. Esad’ın Şam’dan Rusya’ya kaçtığı haberleri doğrulandı ve ABD’nin umut bağladığı ve ucu Türkiye’yi parçalamaya dayanan Büyük Ortadoğu Projesi çöktü.
Şam’ın düşmesine saatler kalıncaya kadar “Esad isterse Suriye’ye asker göndeririz” diyen İran, meşhur mürailiği ve takiyyeciliği ile Suriye’de muhaliflerle işbirliği yapmaya hazır olduğunu açıkladı. Suriye ve Esad’ın gerçek hamisi olarak kendini gören Rusya şimdi Lazkiye’deki hava üssü ile donanmasının bulunduğu Tartus’taki deniz üssünü korumak için muhaliflerle anlaşmanın yollarını arıyor. Suriye Demokratik Güçleri adını kullanan PKK’nın Suriye kolu PYD-YPG ise ABD’nin arkasına saklanarak varlığını korumanın telaşına düşmüş durumda. ABD’den ise bu hususta çatlak sesler geliyor. Joe Biden yönetimine “Suriye iç savaşına müdahil olmama” çağırısı yapan Trump, “Her halükârda, Suriye bir karmaşa içindedir, ancak bizim dostumuz değildir ve ABD’nin bununla hiçbir ilgisi olmamalıdır, izin verin ne olacaksa olsun, karışmayın!” derken, mevcut yönetimden “Suriye’deki yerel ortaklarımızla iletişim halindeyiz, koruyacağız!” açıklamaları gelmektedir. ABD’den gelen farklı açıklamalar ciddiye alınır mı bilinmez ancak Türkiye destekli Suriye Mili Ordusu (SMO) Mümbiç’e girdi bile. Bir kesimin Kobani dediği Ayn-el Arab bölgesinde ise telaş günler öncesinden başlamış, asker toplamalar, Mümbiç’e siper kazıp yığınak yapmalar “korkunun bacayı sardığını” ortaya koymuştu. “Perşembenin gelişi Çarşambadan belli olur” sözü yerini bulacak gibi, bugün değilse de yarın bulacağı muhakkaktır.
Arap Baharının düşürdüğü kuleler ABD müdahalesi ile tamir olunurken Mısır ve Irak ABD eliyle yeniden şekillendirilmiş, Mısır diktatörlüğe teslim edilmiş, Irak ise parçalanmıştı. Ancak Suriye’de böyle olmadı, aralarında Türkiye’nin desteklediği SMO dâhil olmak üzere muhalifler Baas rejimini ve Beşşar Esad diktasını devirdi ancak kamu kurumlarını korudu, kamu düzenini muhafaza etti. İntikamcı davranmadı. Diktatör Edad’ın işbirlikçisi olan PKK-YPG ise kendisini tasfiye edip, silah bırakıp mevcut iktidara katılmak yerine bir yolunu bulup varlığını idame etme, hatta ABD koruması üzerinden kendisine özerk bir bölge kazanma çabasına girmiş durumdadır. Ancak bu kolay olmayacak, hatta hiç olmayacaktır. Suriye’de hakimiyet sağlayan yeni iktidar ve hükümet “ya itaat et, ya terket!” diyecektir, demesi gerekir. Bu hususta Türkiye desteğini esirgemeyecektir. Suriye’nin tek parça ve üniter devlet yapısından taviz vermemesi, kendi anayasasını da kendi halkının seçeceği parlamentosunun eliyle kendisi yapması gerekir. Bunun için yurtdışına kaçmak zorunda kalan tüm vatandaşlarını ülkeye çağırmalı, gelemeyenler de bulundukları ülkelerden kendi temsilcilerini seçerek milli bir meclis teşkil olunmalıdır. Demokratik yollarla teşkil edilen meclis Suriye’de milli iradeyi temsil yetkisini deruhte ederek elbette kendi anayasasını yapabilir.
Suriye halkı, Baas Partisinin 61 yıllık kanlı iktidarı boyunca çok acı çekti. 15 Mart 2011’de Arap Baharı heyecanı içerisinde Dera’da talebelerin duvara yazdığı bir yazıyı (Doktor, sıra sende!) bahane eden Esad’ın kendi halkına yaptığı, kıyım ve katliam sonucu 13 milyon Suriye vatandaşı evini terk etti. Yerinden olan Suriyelilerin 6 milyonu ülkeleri içinde yer değiştirirken yaklaşık 7 milyonu başka ülkelere göç etmek zorunda kaldı. Bunlardan en büyük grup da (yaklaşık 4 milyon) Türkiye’ye sığındı. 2018 yılında neredeyse Suriyeli sığınmacıların %63’üne Türkiye ev sahipliği yapıyordu. Diğer yandan Türkiye’ye Irak ve Afganistan başta olmak üzere iç savaş yaşayan Afrika ve Asya bölgelerinden de sığınmacı akını devam ediyordu. Tüm bunların oldukça ağır maddi ve mali karşılığı vardı ve mülteci kabul etmek istemeyen Avrupa Birliği üyesi ülkeler “geri kabul” anlaşmaları ile Türkiye’yi göçmen deposu yapmaya çalışıyorlar, 6 milyar Euro destek vaadini de anlaşmanın mürekkebi kurumadan unutuveriyorlardı. Türkiye’de bazı kesimlerin kışkırtmalarına rağmen ciddi bir sosyal hadise yaşanmıyor, Türkiye bu ağır sığınmacı yükünü taşımaya devam ediyordu. İçişleri Bakanlığı’nın açıklamasına göre Türkiye’de halen kayıtlı yaklaşık 3 milyon Suriye vatandaşı bulunmaktadır. Bu sayıya kaçak veya başka ülke vatandaşları dâhil değildir.
Suriye’ye kucağını açan Türkiye’nin bu saatten sonra Suriye’deki gelişmelere bigâne kalması düşünülemeyeceği gibi, iktidarı ele geçiren muhaliflerin de Suriye’nin yeniden yapılanmasında Türkiye’siz yol yürümesi mümkün değildir. Ancak Rusya’nın elinden kurtulan Taliban’ın vaktiyle iç savaşa sürüklenerek kendi kendini bitirmesi örneğini Suriye’de de görmek isteyen güç odakları kaos ve kriz çıkarma tecrübelerini Suriye’de de denemek isteyebilirler. Bu oyuna aldanmak ise Suriye için en büyük felaket olacaktır. Yazının başında da ifade edildiği gibi köprünün altından çok sular akmış yaşanan hâdiseler HTŞ’yi dönüştürmüştür. Nitekim HTŞ’den yapılan açıklamalar Selefi, sekter ve tekfirci bir tonda değil, kapsayıcı ve kucaklayıcı bir üslupla yapılmaktadır. Burada ifade etmek gerekir ki mutedil Hamas Filistin’de İran aklı ile hareket ettiği için hem kendisi kaybetti hem de Filistin’i imha ettirdi. El Kaide, IŞİD geleneğinden gelen HTŞ ise Türkiye devlet aklı ile hareket ettiği için radikallikten mutedilliğe yöneldi, hem kendisi kazandı hem de Suriye kurtuldu.
Türkiye’nin tarihi tecrübesi, devlet aklı ve siyaseti Suriye’nin geleceği, istikrarı ve imarı için en büyük teminattır. Türkiye’de doğan ve büyüyen yaklaşık bir milyon Suriyelinin varlığı ise ilişkilerin geleceği açısından önemli bir köprüdür. Muhtemelen bundan sonra Avrupa’daki çifte vatandaşlık taşıyan Türkler gibi çifte vatandaşlığa sahip Suriyeliler de bu iki ülke arasında mekik dokuyacak, Türk-Arap husumetini temel siyaseti yapan çevreler ve yandaşları ise epey üzüleceklerdir.
- YAYINLAYAN: akademik bakış, anasayfa, Genel, haberler
HUTBELER VE BELİRLİ GÜN-HAFTA KUTLAMALARI

Selatini camilerde mihrap ve minber.
Prof. Dr. Mahmut BOZAN
Uzun zamandır bende rahatsızlık hissi uyandıran bir meseleyi burada paylaşmak istedim. Mesele, Cuma günleri farz namaz öncesi hatibin minbere çıkması ve hutbe okumasında zaman zaman yaşanan garabettir. Bilindiği üzere Cuma namazı öğle namazı yerine geçen 2 rekât farz namaz ile öncesinde okunan hutbeden ibarettir. Bunun farz, vacip, sünnet gibi şer’i ahkâmını, rükünlerini Diyanet’in Din İşleri Kurulu açıklamalarına havale ederek sadece hutbe kısmı ile birazcık da imam-hatiplerin ehliyeti üzerinde durmak istiyorum.
Cuma günleri iç ezanı müteakip hatip minbere[1] çıkarak farz namaz öncesi halka hitap eder. İlahi ahkâmı halka tebliğden ibaret olan bu hitaba hutbe okumak denir ve Cuma’nın farzlarından biridir. Âyet ve hadisler Müslümanları Cuma namazına teşvik etmekte, ahali de bu farzı eda ederken İslâm dininin ahkâmını ve esaslarını da hutbeler vasıtasıyla öğrenmek istemektedir. Günümüzde dinin sıhhatini tehlikeye sokan ne kadar indi, şahsi görüşlerin, kafa karıştırıcı fikirlerin ortaya saçıldığı mâlumdur. Özellikle sosyal medyada her biri bir köşeye kurulan ve kafasına göre ahkâm kesen zevatın zihinleri bulandırdığı bir dönemde bu ihtiyaç daha da artmıştır. Bu sebeple halk dinin hakikatine dair meseleleri mutemet, güvenilir bir makamdan duymak istemektedir. Ancak Cuma hutbeleri adeta ilkokullardaki “belirli gün ve haftalar[2]” programının anılma ve açıklanmasına tahsis edilmiş gibidir. Şüphesi olan ikisini mukayese etsin. Ama lütfen “ne var bunda?” demesin. Zira bunda çok şey var. Birincisi niyet ne olursa olsun dini bir muhtevayı amacından saptırmak var. Farz olan bir ibadeti günlük meselelerin, gündelik siyasetin parçası etmek var. Milletin muhtaç olduğu İlahi hitabın tebliğinden milleti mahrum etmek var. Üzerine bir de para toplamanın terğibi için eklenen zamlar var ki hepsi toplandığında hayırlı bir şey ortaya çıkmıyor. Çok mu zor cami girişine yardım için bir İban numarası ile bir kilitli kasa veya kumbara konulması? Çok mu lâzım nakit para toplamak için o kadar dil dökülmesi ve adeta bir parçasıymış gibi hutbenin onunla bitirilmesi?
Diğer bir önemli husus ise imam hatiplerin ehliyeti, hitabet kabiliyeti, hatta telaffuzu, okunan ezanların desibelinin gürültüye kaçmayacak şekilde en uygun tonda verilmesi, cami ve müştemilatının temizlik ve bakımı. İl ve ilçe müftülüklerinin, murakıpların bu hususlarda üzerine düşen vazifeleri lâyıkıyla yaptıkları hususunda şüphelerim ve ihmalleriyle ilgili endişelerim var. İmam-hatip ve murakıpların belirli zamanlarda hizmet içi eğitime alınmasına, müftülerin de her Cuma namazını başka bir camide eda ederek, olan-bitenleri yerinde görmesine ihtiyaç var. Zira belirli bir kültür ve idrak seviyesine gelen halka ifratçı-tefritçi “cami görevlileri” yerine muhakkik, müdekkik, muhakemeli ve ilcaat-ı zamana muvafık söz söyleyecek donanımda vaiz ve imam-hatipler gerekiyor.
Netice olarak Cuma hutbelerini asli fonksiyonundan saptırmadan korumak, halkın İlahi tebliği duyması için Cumaları bir fırsat olarak değerlendirmek, temiz ve bakımlı camilerde halkın önüne ehil imam-hatipler çıkarmak, ezanı tatlı bir sada ile dinin şehadetine döndürmek hususunda Diyanet’in merkez ve taşra teşkilatı görevlilerine çağırıda bulunuyor ve sorumluluklarını yerine getirmeye davet ediyoruz.
[1] Hz. Peygamber (asm) için hicretin 7. veya 8. yılında ılgın ağacından iki basamak ve bir oturma yerinden ibaret bir minber yapılmıştı. Allah Resulü (asm) hutbe okumak için bu minberi kullanırdı. Bu minber ufak tadilatlarla 654 (1256) yılındaki yangına kadar yerinde kalmıştır. Daha sonra minber yenilenmiş, halen mevcut olan minberi ise Osmanlı Padişahı 3. Murad hediye etmiştir. Daha detaylı bilgi için bkz. Bozkurt, N. (2020). Minber, İslâm Ansiklopedisi, Cilt; 30, s. 101-103.
[2] Milli Eğitim Bakanlığı’nın okullarda uygulanmak üzere yayınladığı tüm yılı içine alan bir program. Daha detaylı bilgi için bkz. https://www.meb.gov.tr/belirli-gun-ve-haftalar-cizelgesi/duyuru/11814.
- YAYINLAYAN: akademik bakış, anasayfa, Genel, haberler
KAMUDA YOLSUZLUK MÜBAH MI?

Kaynak: Sabah Gazetesi, https://www.sabah.com.tr/gundem/2024/11/07/son-dakika-mansur-yavastan-ucuncu-konser-skandali-bu-kez-sahnede-candan-ercetin-var-tam-80-milyon-tl-odemis
Prof. Dr. Mahmut BOZAN
Türkiye’de önü alınamayan ve neredeyse kanıksanan meselelerden birisi de kamu kaynakları üzerinde tasarruf yetkisi verilen kişi veya komisyonların yaptığı israflar, yolsuzluklar, yandaş kayırmacılıkları, ihale yoluyla belirli kesimlere kaynak aktarmalar ve enva-i çeşit yollarla milletin paralarını ona-buna peşkeş çekmelerdir.
Oysa kamu kaynaklarının nasıl kullanılacağı, nasıl harcanacağı belli olduğu gibi sıkı bir denetim mekanizması da bulunmaktadır. Ama heyhat, bu denetim mekanizması bir işe yaramamakta, Merhum Ziya Paşa yıllar öncesinden; “Milyonla çalan mesned-i izzette ser-efraz, Bir kaç kuruşu mürtekibin cây-ı kürektir.” Yani “milyonları çalanlar izzetli makamlarda baş tacı ediliyor, birkaç kuruş çalana kürek cezası veriliyor” diyerek milletin kanını emen kenelere yolların nasıl açık olduğundan dert yanmaktadır. Bugün de değişen bir şey yok. Kimi belediyenin halka hizmet etmesi için verilen parayı konser adı altında yandaşlarına dağıtır, kimi üniversitede eğitim için verilen milletin parasını “bahar şenlikleri” adı altında sözde sanatçılara peşkeş çeker. Hiç kimse de bunun hesabını sormaz. Özellikle de görevi denetim olanlar hiç sormaz.
Ne hikmetse bu ülkede sesinden başka hiç bir özelliği olmayan kişiler “sanatçı” adı altında garip bir ayrıcalık elde etmekte ve neredeyse tüm paralarını da kamu kurumlarının “konser organizasyonlarından” kazanmaktadırlar. Yine ne hikmetse hepsi de bir yanıyla devlete rampalamış tiyatrocu, heykelci, opera ve baleci, şarkıcı, türkücü, davulcu, zurnacı ve saireci “devlet sanatçısı” ayrıcalığı ile devlet himayesi altında icrayı sanat ederler ve bir türlü özelleştirilemezler ve devletin sırtından inmezler. Sadece bizim ülkemize has olan bu durum hiç gündeme gelmez, ancak zaman zaman hiç uzmanı olmadıkları meselelerde ve boylarını aşan konularda bu zevatın “entelektüel eleştirileri” bir kısım medyaya itinayla yansıtılır. Mesela bunlar çevreciliği pek severler. Ülkemizin yanı başında, Iğdır’a 16 km. mesafede, yani burnumuzun dibinde miadını çoktan doldurmuş ve kapatılması gereken patlak Çernobil’in kardeşi Ermenistan’ın Metzamor Nükleer Santrali için bu “sanatçı” takımının tek protestoları yoktur ama Akkuyu için senede birkaç yürüyüş ve protesto “eylemi” vazgeçilmezleridir. Hele LGBT gibi aile hayatının temeline dinamit koyan sapkın akımların renklerine sarınıp gülücük dağıtmakta da pek mahirdirler. Ama onları seyretmek veya dinlemek için nedense halk pek rağbet etmez, biletlerini alan olmaz fakat o da dert değil, kamu kaynaklarını onlara “cömertçe” saçan hamileri ve millet kesesinden para dağıtan “sanatsever” belediye başkanları onlar için “özel” günler bahanesiyle konser programları ihdas eder. Yapılan eleştiriler de sanat düşmanı, sanatçı düşmanı salvoları ile savuşturulur.
Son günlerde medyada haber yapılan “konser organizasyonları” yine içimizi dışımıza çıkarmaya başladı. Yok, “69 milyon değil de 45 milyon verdik” gibi beyanlar “şeceat arz ederken merd-i kıpti sirkatin söyler” kabilinden itiraflar nihayet Hükümeti harekete geçirebildi. Meselenin Ankara, İstanbul ve İzmir gibi büyükşehir belediyeleri ile sınırlı olmadığı, irili ufaklı pek çok belediyede bu işin tezgâhlandığı ortaya çıktı.
Sorumlulukları altındaki koylardan, körfezlerden, göl ve derelerden yayılan kokuları bastırırcasına şimdi kurumlarından da iğrenç kokular yükselmeye başladı. Manzarayı umumiyede vahim bir tablo görünmektedir. Hükümet kamu kurumlarına “tasarruf genelgeleri” gönderirken ita amirleri göstermelik birkaç hareketle genelgeyi tavsatmakta ve kadük hale getirmektedir. Çünkü israf kamu tarafından yani devlet memurları veya daha geniş bir tanımlama ile kamu çalışanları tarafından yani bürokrasi tarafından yapılmaktadır ve bürokrasi kendi kendini denetleyememektedir. Belediyelerin BİT’leri (Belediye İktisadi Teşekkülleri) bütçe yutmada, buralara doldurdukları eş-dost-yandaşlarla sülükleşirken yine denetim yetkisi olanların “gıkı” çıkmamakta, belediyeler sorumsuzca borç batağına sürüklenmekte, hatta bir kısım başkanlar küstahlaşarak SGK borçlarını bile ödemeyeceğini ilan edebilmektedir.
Her zaman söylediğimiz gibi yönetim ve denetim bir paranın iki yüzü gibidir. Birbirisiz olamazlar. Denetimsiz yönetim aldatmacadan ibarettir. Demokrasi ile yönetilen ülkeler incelendiğinde hiçbirisinde Türkiye kadar çok denetim kurumlarına ve gariptir ki Türkiye kadar da yolsuzluk vakalarına rastlanılamaz. Zira gelişmiş demokrasilerde kamu bütçesinin nasıl harcanacağı çok açık bir şekilde belirtilmiştir. O ülkelerde bir belediye başkanı konser organizasyonu adı altında kamu kaynağını hiç kimseye peşkeş çekemez, çekerse ona bedelini ödetirler ve o makamda da oturtmazlar. Uluslararası güç odaklarından bütün bütün bağımsız olduğuna inanmadığım insan hakları, demokrasi, kredi derecelendirme, üniversite sıralama, şeffaflık ve yolsuzluk gibi alanlarda puanlama yapan ve karne dağıtan kuruluşların raporlarına bakıldığında darası alınsa bile iyi yerlerde olmadığımız ortaya çıkmaktadır. Mesela Uluslararası Şeffaflık Teşkilatı’nın 2023 yılı Yolsuzluk Algıları Endeksi raporuna bakıldığında Türkiye’nin 180 ülke arasında 115. sırada olması hayli düşündürücü ve utandırıcıdır. Endekste puan sıfıra doğru indikçe yolsuzluk artmakta, 100’e doğru çıktıkça azalmakta ve temiz yönetimler ortaya çıkmaktadır.
Tablo 1: Türkiye Yolsuzluk Algıları Endeksi Raporu (2012-2023)

Kaynak: Transparency International, https://www.transparency.org/en/countries/türkiye.
Şimdi gelelim Türkiye’de denetim yapmakla yetkili kurumları saymaya; öncelikle anayasal yetkiyi hatırlayalım. Buna göre merkezi idare yerel yönetimlerin denetiminden birinci derecede sorumludur. Anayasa’nın 127. Maddesinde “Merkezî idare, mahallî idareler üzerinde, mahallî hizmetlerin idarenin bütünlüğü ilkesine uygun şekilde yürütülmesi, kamu görevlerinde birliğin sağlanması, toplum yararının korunması ve mahallî ihtiyaçların gereği gibi karşılanması amacıyla, kanunda belirtilen esas ve usuller dairesinde idarî vesayet yetkisine sahiptir” denilmektedir.
Yerel yönetimler üzerinde TBMM’nin denetim yetkisi olduğu gibi Danıştay başta olmak üzere yargının da denetim yetkisi bulunmaktadır. Yargı “hukukilik” denetimi yaparken 5393 sayılı Belediye Kanunun 55 inci maddesi gereği de “Belediyelerde iş ve işlemlerin hukuka uygunluğu açısından malî ve performans denetimi yapılması gerekir.” İç ve dış denetim 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu hükümlerine göre yapılır. Ayrıca, belediyeler ve bağlı kuruluş ve işletmelerin (BİT) malî işlemler dışında kalan diğer idarî işlemleri, hukuka uygunluk ve idarenin bütünlüğü açısından İçişleri Bakanlığı tarafından da denetlenmek zorundadır. Diğer bir denetim makamı da Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığıdır. Tüm bunlara ilave olarak mali denetim hususunda Sayıştay çok önemli bir sorumluluğa sahiptir. Kamu idarelerinin; gelir, gider ve mallarına ilişkin hesap ve işlemlerinin kanunlara ve diğer hukuki düzenlemelere uygun olup olmadığını denetleyen, sorumluların hesap ve işlemlerinden kamu zararına yol açan hususları kesin hükme bağlamaya yetkili bir mahkeme olan Sayıştay’ın raporları pek göz doldurmamaktadır.
Kamuoyu denetimi ise, Türkiye örgütlü toplum yapısının zaafiyeti ve sivil toplum kuruluşlarının cılızlığı sebebiyle gerektiği gibi yapılamamakta, üstelik bu gibi kamu kurumlarından menfaat devşiren bir kısım medya ve sözde STK’lar tarafından kamuoyu yanıltma veya kafa karıştırma metotları uygulanabilmektedir. Sosyal medyanın tüm menfiliklerine rağmen 360 derece bir denetim imkânı bulunması sebebiyle tamamen olmasa da bir kısım yolsuzluklar ortaya çıkarılabilmektedir. Son kertede iş vatandaşa düşmekte, fark ettiği her yolsuzluğu, ihmali, kamu malını zarara uğratanı ihbar etmesi gerekmektedir ki “pabucun pahalı olduğu” anlaşılsın. Eğer bir köyün sürüsünü korumakla mükellef olan çoban tembel, köpekler kayıtsız ise sürüyü kurtlardan, ayılardan ve çakallardan koruma görevi sürü sahiplerine düşer.
Netice olarak artık bu kepazeliklere bir son verilmeli, millet kesesinden para saçan müptezellerin çanına ot tıkanmalıdır. Bu hususta milletin yetki devrettiği devletlûler de, bürokratlar da mes’uldür. Birkaç kuruş mürtekibi kürek cezasına çarptıran yargı zahmet olmazsa milyonları çalanların da peşine düşmelidir. Tüm sorumlu makamlar yolsuzlukları önlemede üzerine düşeni yapmak zorundadır. Görevi kötüye kullanmak kadar, görevi yapmamak da bir suçtur. Merhum Âkif’in “Kenar-ı Dicle’de bir kurt kapsa koyunu, Gelir de Adl-i İlahi Ömer’den sorar onu” ifadesindeki sorumluluğu denetim makamında olan herkesin omuzundadır. Bu makamlarda olanlardan hiçbiri “bana ne!” diyemez. En yukarıda olan Ömer’ler hiç diyemez ve dememeli.
- YAYINLAYAN: akademik bakış, anasayfa, Genel, haberler
BİR KONGRENİN ARDINDAN

Kaynak: Üsküdar Üniversitesi, https://uskudar.edu.tr/tr/viii-uluslararasi-bilimler-isiginda-yaratilis-kongresi
Prof. Dr. Mahmut BOZAN
Tarih boyu ortaya çıkan büyük devletlerde cihangir devlet adamlarının yanında hep danışılan önemli bir ulema ve hükema sınıfı olmuştur. Ulema sınıfı devlet ricalinin doğru kararlar vermesi için danıştığı, görüş ve öneri aldığı bu sebeple de önem verdiği bir zümreyi teşkil etmektedir. Bu durum günümüzde de değişmemiştir. Dünya siyasetinde müessir olan ülkelerin güçlü bir ilmiye sınıfının yani akademilerinin olduğu görülür. Akademileri akademi yapan da ilmin namusuna yani bilim ahlâkına riayet etmek, onu bir takım şahsi menfaatler veya ideolojiler için kullanmamaktır. Ulema sınıfı hiçbir baskı ve sansüre tabi olmamalı, fikrini tüm endişelerden azade olarak beyan edebilmelidir. Bir fikir veya görüşe ancak fikir ve görüşle karşı çıkılabilir. Bu da yine ilmiye sınıfının yani akademinin işidir. Eğer bir akademisyenin görüşü karşı görüş ve delille çürütülme yerine kamu gücü veya medya araçlarını kullanarak aşağılama, tezyif ve tahkir etme şeklinde bir muameleye tabi tutulursa orada tez-antitez-sentez mekanizması çalışamaz, ilmi tartışmalar yapılamaz sonuçta da arzu edilen gelişme ve ilerleme kaydedilemez.
Ülkemiz akademik özerkliğin uzun bir zamandır ideolojik baskılara maruz kalmasından dolayı istenilen gelişmeleri sağlayamamakta özellikle sosyal bilimler alanında uluslararası seviyede etki gücünü ortaya koyamamaktadır. Buna ilave olarak bilimin Batı’da uğradığı engizisyonlar sonucu bilim-din çatışması ve münaferetini bilimin İslâm’la da çatıştığı şeklinde pazarlayan bir kesim maalesef kendi akademik câmiamızda da bulunmaktadır. İşte akademi bünyesinde yapılan ilmi toplantılar bu açıdan ufuk açıcı olmakta ve ilmi seviyede tedavüle sokulan fikirler hem akademinin gelişmesine katkı sağlamakta hem de toplumun doğru bilgilerle aydınlatılmasını intaç etmektedir.
Üsküdar Üniversitesinin ev sahipliğinde sekizincisi gerçekleştirilen “Uluslararası Bilimler Işığında Yaratılış Kongresi” ideolojinin bilime tahakkümünü sorgulamakta ve alan uzmanlarının tebliğleriyle bilimi laboratuvar hapsinden kurtararak hürriyetine kavuşturmaktadır[1]. Şüphesiz buna üzülen ideoloji sahipleri olacaktır, ancak bilim ahlakına sahip olanlar kongrede sunulan tebliğleri inceleyerek icabında kendi görüş ve tenkitleri ile katkı sağlayacaklardır. Olması gereken de budur.
Kongreyi organize eden heyetin yayınlamış olduğu Yaratılış Manifestosu’na atılan imzalar önemli bir akademisyen grubunun bu kongreyi takip ettiğini ve manifestoda yayınlanan görüşleri paylaştığını ortaya koymaktadır. Yaratılış Manifestosunu bilim dünyasında tedavüle sokulan önemli bir görüş olarak görüyor ve bu sebeple de burada yayınlayarak ilgilenen herkesle paylaşmayı bir akademisyen olarak vazife addediyorum. Manifesto metni aşağıda sunulmuş olup, https://uskudar.edu.tr/manifesto/yaratilis-manifestosu.html adresinden de ulaşılabilir.

YARATILIŞ MANİFESTOSU
8. ULUSLARARASI BİLİMLER IŞIĞINDA YARATILIŞ KONGRESİ
İstanbul, 24-26 Ekim 2024 *
* Gelen geribildirimler üzerine kaynaklar kategorik olarak ilgili başlıklar altında listelenmiştir.
* Manifestomuza gelen eleştirilere cevaben hazırlanan açık mektuba ulaşmak için tıklayınız.
Düzenleme kurulu adına Prof. Dr. Nevzat Tarhan ve Prof. Dr. İsmail Kocaçalışkan
Biz, İstanbul’da Üsküdar Üniversitesinde 24-26 Ekim 2024 tarihlerinde yapılan VIII. Uluslararası Bilimler Işığında Yaratılış Kongresi katılımcısı bilim insanları olarak, ‘Yaratılış Manifestosu’ beyan etmeyi uygun hatta zorunlu gördük. Çünkü bilimsel veriler ve matematiksel ispat yöntemleri, evrenin varoluşunu bilinçli ve tasarımsal olduğu yönünde yeterli kanıt düzeyine ulaşmıştır.
İnsanlık tarihinin en temel felsefi ve bilimsel sorusu, evrenin ilk varoluşunun neden ve nasıl olduğu ve hayatın neden ve nasıl başladığıdır. Bu hususta bilinen iki görüş vardır:
- Tesadüfe dayalı varoluş,
- Bilinçli Tasarıma (**) dayalı varoluş.
Birisinin imkânsızlığı ispatlanırsa yani olmayana ergi (Reductio ad absurdum ) akıl yürütme yöntemi ile ikincinin doğruluğu anlaşılır.
Akıl argümanı; birinci olarak akılsız ve bilinç sahibi olmayan bir doğa akıllı ve bilinçli insanı nasıl ve neden var etti diye sorar. İkinci olarak bilimin keşfettiği doğada var olan karar verici algoritmaların kendiliğinden var olmadaki olasılık hesabını sorar. Çünkü bu algoritma mantığı yapay zekânın Fuzzy mantığıdır. İnsanın yakında anladığı bu algoritmayı akılsız bir evrimle açıklayamayız.
Bu iki görüşhem bilimsel hem de felsefi açıdan farklı yorumlara sahiptir. Her iki görüşü karşılaştıralım ve akıl yürütme yöntemleri ile açıklayarak matematiksel ispat yolu ile soruya cevap arayalım.
Tesadüfi Varoluşun imkânsızlığı
Bu görüş, evrenin doğal süreçler sonucu ve rastlantısal olayların birikimiyle oluştuğunu öne sürer. Big Bang teorisine göre evrenin yaşının yaklaşık 13,8 milyar yıl olduğu, Webb teleskopunun verilerine göre ise evrenin yaklaşık 26,7 milyar yıl önce ortaya çıktığı ve fiziksel yasalar çerçevesinde genişlediği açıklandı. Big Bang’den önce zaman ve madde olmamalıydı, uzay ve zaman dışında bir gerçeklik olmalıydı. Tesadüfi varoluş görüşünün temel akıl yürütme noktaları, tek tek karşıtını ispat yöntemi ile çürütülebilmektedir.
- Kuantum Belirsizliği: Kuantum fiziğine göre bazı olayların kuantum seviyesinde dışsal bir sebep olmaksızın gerçekleşebildiği öne sürülmektedir.Ancak İnce Ayar Argümanı; fizik yasaları ve evrensel sabitleri ile hayatın ortaya çıkmasına imkân tanıyacak şekilde “ince ayarlı” olduğunu savunur. Eğer fiziksel sabitlerde çok küçük değişiklikler olsaydı, evrenin var olması veya yaşamın gelişmesi mümkün olmazdı. “Kaos Teoremi” ne göre bizim için yanlış görünen şeyler mükemmelin bir parçasıdır. O halde kuantum belirsizliği evrenin mükemmelliğinin bir parçasıdır. Ancak uzay ve zaman dışında gerçekliği bilememektedir. Böyle bir mükemmellik tesadüfe yer bırakmayacak şekildedir ve matematiksel akla göre uzay ve zaman dışı bir dış irade gerektirir.
- Doğal Seçilim Tezi: Yaşamın oluşumunda canlıların çeşitlenmesi ve gelişimi, mutasyonlar ve seçilimle açıklanmaktadır. Ancak bir çocuk anne karnında zigot (Anne ve baba DNA’larının yarı yarıya ilk hücre olması) halinde iken, 8 haftada embriyoda çocuk hareket etmeye başlar. Onuncu haftada fetüs dönemine geçilir ve uzuvlar belirginleşir. Anne rahmi her hafta bir santim muntazaman yukarı doğru büyür. Kırk (40) hafta sonra doğum gerçekleşir. DNA’daki amino asitlerin hep doğru kararlar vererek büyümesi zorunlu yasadır. Bu süreçte tesadüfi mutasyon olmaması gerekir, yoksa çocuk sağlıklı olamaz. O halde bütün memelilerde gerçekleşen bu planlı, sistematik, ince ayarlı, düzenli, ölçülü ve hesaplı büyümede mutasyonun çok istisna olması ve olumsuzu doğurması bilinmektedir. Bu nedenle “karşıt tersini kullanarak ispat yöntemi” doğal seçilimin imkansızlığını ve seçilimin rastlantısal değil bilinçli olmak zorunda olduğunu gösterir. Bu bir dış iradenin zorunlu varlık olduğunu gösteriyor. Aynı analojiyi incir çekirdeğinden incir ağacına dönüşümüne, arının çalışma tarzına uygulayabiliriz. Doğal seçilim sadece yaşam kalıma odaklıdır ama bilinçli seçilim ise amaca yönelik gelişmeye odaklanır.
- İlkel Şartlar ve Büyük Sayılar Tezi: Evrenin büyüklüğü ve zamanın uzunluğu düşünüldüğünde, hayat gibi karmaşık yapıların rastlantısal olarak ortaya çıkma ihtimalini öne sürer. Fiziksel kanunlar çerçevesinde işleyen doğal süreçlere dayanan bilimsel gözlemler ve deneylerle ispat edilen gelişim evreleri “Kiplik akıl yürütme yöntemi” ile düşünüldüğünde, matematiksel ispat yöntemine göre; doğru koşulların oluşması çok düşük olasılıklı bir durumdur. 10-50 olasılıklar imkânsız kabul edildiğinden, büyük evren düşünüldüğünde bu ihtimallerin gerçekleşmesi matematiksel akla göre imkansızdır. Evrenin büyüklüğüne ve zamanın uzunluğuna rağmen her yıl baharda üç hafta hiç mutasyon olmadan hep doğru kararlar vererek cansız DNA’dan canlı bir eserin çıkması mutlak bir bilinci zorunlu varlık olarak işaret eder.
- Karmaşıklık ve Düzen: Evrenin, doğa yasalarının uyum içinde işlediği karmaşık bir yapıya sahip olduğu gözlemlenir. Bu düzenin kendiliğinden mi, yoksa “Genel Sistemler Teorisi” ne göre bir tasarım sonucu mu ortaya çıkacağı tartışılır. Sistem teorisi: her şey birbiriyle ilişkili küçük parçalardan oluşur, fakat kendisi de daha büyük bir sistemin parçası olarak işlevde bulunan bir bütün olarak kabul edilir. “Sibernetik Yasaları”na göre işleyen bir düzen vardır. Sibernetik canlı ve cansız tüm karmaşık sistemlerin denetlenmesi ve yönetilmesini inceleyen bilim dalıdır. Sibernetik yasaları bir dümencinin varlığını zorunlu görür. Evrenin ve yaşamın rastlantılarla değil, bilinçli bir akıl tarafından tasarlandığını savunan tasarımsal var oluş görüşü matematiksel akla göre zorunlu seçenektir.
- Zihin Teorisi Yetisinin Olması: Tesadüfi varoluş görüşü bu kurama açıklama getirememektedir. İnsan diğer canlılardan farklı olarak varsayım üretme yeteneğine sahiptir. Metabilişsel nörogenetik eğilimler olan “anlam arayışı, yeniliği arama davranışı, zaman farkındalığı, sonsuzluk arzusu ve ölüm algısının varlığı” sadece insana hastır. İnsan zihin tutumunu terk edip kendini doğaya bıraktığında hayvanla özdeş olur. İleri otistik özellikteki kişilere parmağınızla bir yeri işaret ettiğinizde sağlıklı düşünemeyen bu kişiler parmağın ucuna bakar işaret edilen yere bakamaz. Onlarda zihin kuramı yetisi yoktur. Bu nedenle insan evrenle ilgilenirken sadece evrene değil evrenin arkasındaki anlama bakma yetisine sahiptir. Fen bilimleri evrenin nasıl işlediğini çok güzel açıklar, ancak anlamı esas alan bilimlerin ise teorik anlamlar çıkarması gerekir. Bu evren neden var, neden buradayım ve nereye gideceğim?… Zihin kuramı yetisini kullanan ve bu gerçeği gören çok kişinin de bunu pozitivist zihin tutumu ve dogmatik bilim önyargısı nedeni ile ifade edemediklerini gözlemliyoruz. Evrene zihin kuramı yetisini kullanarak baktığımızda büyük ve mutlak bir ilim, mutlak irade, mutlak güç, mutlak hikmet sahibi bir varlığın (Vacib-ül Vücud***) olması zorunluluktur.
- Bilincin Açıklanamazlığı: İnsan bilincinin hayvandan ayrıldığı özellik, onda “ben bilinci”nin bulunmasıdır; hayvanda böyle bir bilincin bulunmadığı kesindir. Rastlantısal var oluş tezi bilinç konusunda susmayı tercih etmektedir. Çünkü maddeden bilinç yapmak sıfırdan var etmek gibidir. Cildimiz 20 günde tamamen değişiyor vücudumuzda altı ay sonra bütün hücreler değişmiş oluyor ancak bilgisayarın IP’si gibi olan bilincimiz hiç değişmiyor. Bilinç, rastlantısal süreçlerle açıklanması çok zor bir olgudur ve insana hastır. Tasarım argümanı, bilincin varlığını bir tasarımcının eseri olduğunu savunur. Dedüksiyon akıl yürütme yöntemi bilinçli varlıkların varlığına, yüksek bir bilinç ve bilinçli tasarımın zorunlu varlığına kanıt olarak işaret eder. Evren yüksek bir bilinç ve üstün bir gücün ki bu ancak ‘İlahi irade’dir, O’nun ürünü olması zorunlu ideadır.
- Yaşam Mücadeledir Tezi: Bu teze göre hayat tesadüfen oluşmuştur ve mücadele vardır, güçlü olan yaşar, olmayan mücadeleyi kaybeder yok olur. İlk hücreden en gelişmiş canlılara kadar baktığımızda yardımlaşma esas, mücadele istisnadır. Güçlü olan aslan ve büyük olan dinozor bütün dünyaya yayılmamıştır. Dinozorların büyük bir zırha ama küçük bir beyne sahip olmaları uyum sağlamamalarına neden olmuştur. Evrende güçlü olan değil genetik şifrelerine göre uyum sağlayan yaşamaktadır. Ancak uyum sağlamak amaçla mümkündür. Tekil olaylardan tümü anlama yöntemi olan “indüksiyona” göre doğada yaşanan birlikte yaşama dengesi hayatın mücadele olduğu tezini çürütmektedir. Çünkü homeostazi (denge) yasasına göre ince bir ahenk vardır, rekabet dengeyi bozmamaktadır. Yaşam amaca göre bir uyumdur. Amacın İlahi iradeye uygun olması zorunludur.
- Şer (Kötülük) Problemi ve Sınav Diyalektiği: Materyalist bilim, insanın amacını zevk prensibi ile açıklamaya çalışır. İnsan diğer canlılardan farklı olarak amaçlı davranabilen, özgür düşünen, varoluşu sorgulayan, soyut, kavramsal ve sembolik düşünebilen tek varlıktır. Ölümden sonra hayatın olmadığı bilimsel olarak söylenemez. İnsan kötülüklerin neden var olduğunu da sorgulamaktadır. Özgür iradeye sahiptir. Özgür iradenin olabilmesi için kötülük yapma özgürlüğünün de olması gerekir. Kötülük yapma, hata ve yanlış karar verme özgürlüğü bir sınavın varlığına işarettir. “Çelişki yapma yöntemi ile ispat” olan matematiksel akıl yürütme yöntemi “hesap verebilirliği” netice vermektedir. İnsanın kötülük yapabiliyor olması bir çelişkidir. O halde bütüncül bilime göre dünyanın var oluş amacının sınav diyalektiği olması akla en uygun seçenektir.
- Ölüm Sonrası Yaşamın Zorunluluğu: Dünyada istisnası olmayan tek gerçek ölümdür. Programlanmış hücre ölümlerinin varlığı bilimi ölüme çare arama alanına yönlendirmiştir. Ölümün bizim canımızdan başka bir anlama işaret etmesi zihin teorisine göregerekmektedir. Bu kadar mükemmel bir düzen yaratıp sonra da onu yok etmesi Abduksiyon (Dışa çekim) muhakeme yöntemine göre imkânsızdır. Abduksiyon bir bilimsel buluş yöntemidir. Oluşan şartlara göre çıkması en güçlü sonucu gösterir. Hastalıklar bu yöntemle teşhis edilir. Kötülük yapanların, bedel ödemeden yanına kâr kalarak ölüp gitmeleri adil değildir. İşleyen sibernetik yasalarına göre kötülük yapanların bedel ödemeleri gerekmektedir. Diğer taraftan bütün insanlarda var olan sonsuzluk arzusunun nörogenetik eğilimi, abduksiyon nedensellik ilkesine göre sonsuz bir yaşamı zorunlu kılmaktadır. O halde neş’e-i uhra yani yeniden diriliş olmalıdır. ‘Yaratıcı vermek istemiş ki istemeyi vermiş’ diyebiliriz.
- Entropi Yasası Dış İradeyi Zorunlu Kılıyor: Entropi enerji yasası olup termodinamiğin ikinci yasasıdır. Evren düzenli bir şekilde düzenden düzensizliğe gider. Bu gidişe göre evren ısı ölümü ile sona erecektir. Bu yasaya göre karanlık yoktur, ışığın olmaması vardır; soğuk yoktur, ısının olmaması vardır. Devamlı ısı ve ışıkla hassas ince ayarlı ve hesaplı bir destek gerekmektedir. Bu yasa zihin kuramı yetisine sahip olan insanı anlam arayışına itmektedir. Zihin kuramı yetisi insan beynindeki ayna sinir hücrelerinin fonksiyonudur. Eğer dış denetim ve düzenleyici yoksa entropi yükselir ve evrende düzen bozulur. İlk varoluşu yapıp mükemmel yasalar koyan ve bu yasaları her saniye yöneten uzay ve zaman dışında bilinçli bir irade sahibinin (Vacib-ül Vücud) varlığı zorunludur.
Sonuçlar:
- Bilimsel Açıklamalar: Bilimsel gözlemler ve fizik yasaları, evrenin kökenini ve gelişimini anlamada tesadüfî varoluşun imkânsızlığı ile tasarımsal varoluşun lehine deliller sunar. Ancak bilimsel model, “neden bir şey yerine hiçlik var? Neden bu evren var?” gibi nihai sorulara akıl yürütme yöntemlerini işaret eder.
- Hakikate götüren dört yol vardır. Birincisi deney ve gözlem, ikincisi akıl yürütme yöntemleri, üçüncüsü rasyonel sezgiler, dördüncüsü rasyonel inançlar.
- Bilinçli Tasarım görüşü; karmaşıklık, bilinç ve evrendeki düzenin kökenine dair alternatif bir açıklama sunar ve ahlaki veya metafizik sorulara da cevap verir.
- Tanrı (İlah) tasavvuru: Bilinçli Tasarım görüşü, evrendeki düzen ve bilincin varlığı gibi fenomenleri açıklamaya çalışırken “zaman ve uzay dışı bir yaratıcıyı zorunlu varlık (Vacib-ül Vücud)” olarak savunur. Varoluşu; her şeyi bilen, gören, yöneten ve kontrol edebilen dış irade özelliklerinde mutlak bir irade ile açıklar.
- Biz bu Yaratılış manifestosunu hazırlayanlar olarak, O sonsuz, mutlak ilim, irade, kudret ve hikmet sahibi zorunlu varlığın (Vacib-ül Vücud), Kur’an-ı Kerim’de ifade edilen Tevhid (Allah) kavramına uyduğunu bütüncül bilim kanıtı ile ilan ve beyan ederiz.
(**) Bilinçli tasarım bir yaratıcının bir fiilidir, her fiil gibi faili yani öznesi vardır. O’da İlahî ve Tevhid yaratıcılığı bilgisidir. Bilinçli tasarımın akıllı tasarımdan farkı kendi algoritmasını üretebilme yetisidir.
(***) Vacib-ül Vücud kavramı “Zorunlu Varlık” anlamında İbn-i Sina tarafından literatüre sokulmuştur.
Kaynaklar:
A-Manifestoda kullanılan kaynaklarda spekülatif varoluş tartışmaları yerine rasyonel kanıtlar, akıl yürütme yöntemleri, hesaplamalı bilimlerden nörobilim, fizik, kimya, mantık bilim ile bilinç, anlam ve amaç çalışmaları yapan nöropsikiyatri , nöropsikoloji, nörofelsefe, nöroteoloji ve nörokuantoloji yöntemleri öncelenmiştir.
- Armağan, İbrahim.: Yöntem Bilim, Bilimsel Yöntem. İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Yayınları, 1. Basım, 1983.
- Behe, Michael Joseph. “Irreducible Complexity: Obstacle to Darwinian Evolution”, Philosophy Of Biology An Anthology. eds. Alex Rosenberg – Robert Arp. 427-437. USA: John Wiley&Sons, 2010.
- Behe, Michael Joseph. “Zeki Tasarıma Yönelik Bilimsel Eleştirileri Yanıtlamak”. çev. Orhan Düz Evrenin Bilinmeyen Tarihi Tasarım. der. Michael Joseph Behe – William Albert Dembski. 133-148. Gelenek Yayıncılık, 1. Basım, 2004. İstanbul:
- Behe M.J., ve Meyer, Stephen C. 10 Mayıs 2018 Akıllı Tasarım https://www.discovery.org/v/what-is-intelligent-design
- Cogito: Nörobilim ve Felsefe, Yapı Kredi Yayınları, 2013, İstanbul
- Cohen, Simon Baron: The Science of Evil, Basic Books, 2011, New York
- Çınar, Aliye: Varoluşçu Teoloji: Paul Tillich’te Din ve Sembol, İz Yayıncılık, 2007, İstanbul
- Çengel, Yunus: Bilim ve Risale-i Nur’ a bilimsel yaklaşım. https://sorularlaislamiyet.com/kaynak/akilli-tasarim-teorisi
- Damasio, Antonio R. çeviri Bahar Atlamaz: Descartes’ın Yanılgısı: Duygu, Akıl ve İnsan Beyni, Varlık Yayınları, 1999, İstanbul
- Davidson, Richard J.: Beyninizin Duygusal Hayatı, Pegasus Yayınları, 2018, İstanbul
- Dawkins, Richard: Gen Bencildir, Kuzey Yayınları, 1995, İstanbul
- Dawson, Christopher: İlerleme ve Din, Açılım Kitap, 2003, İstanbul
- Demirhan, Ahmet: Kierkegaard ve Din, Nirengi Kitap, 2003, İzmir
- Demirhan, Ahmet: Nietzsche ve Din, Nirengi Kitap, 2002, İzmir
- Ellenbergher, Henri. F.: Bilinç Dışının Keşfi, çev: Ebru Kılıç, Albaraka yay., 2021, İstanbul
- Emoto, Masaru: Sudaki Mucize, Arıtan Yayınevi, 2008, İstanbul
- Frankl, Viktor E.: İnsanın Anlam Arayışı, Okuyan Us Yayınları, 2017, İstanbul
- Goetz, Stewart., Taliaferro, Charles: A Brıef History Of The Soul, Wiley- Black well, Oxford 2011
- Heisenber, Weiner: Fizik ve Felsefe, Modern Bilimde Devrim, Küre Yay. 2007, İstanbul
- Herbert, Nick-çeviri Meltem Andırıç: Temel Bilinç: İnsan Bilinci ve Yeni Fizik, Ayna Yayınevi, 2002, İstanbul
- Laughlin, Robert B.: A Different Universe, New York Times Books, 2012, New York
- Lefebvre, Henri: Diyalektik Materyalizm, Kanat Yayınevi, 2017, İstanbul
- Lipton, Bruce H.: İnancın Biyolojisi, Kuraldışı Yayınları, 2007, İstanbul
- L.DuPont, Robert, M.D.; The Selfish Brain Learning From Addiction, American Psychiatric Press, Inc. 2005 Washington
- Kandel, Eric R.: Sıradışı Beyinlerden Öğrenebileceklerimiz, Kolektif Kitap, 2018, İstanbul
- Flew, Antony: Yanılmışım Tanrı Varmış, Profil Yayıncılık, 2020, İstanbul
- Fry, Ron-çeviri Feride Kurtulmuş: Hafıza Nasıl Geliştirilir, Timaş Yayın¬ları, 2000, İstanbul
- Healy, Jane M. çeviri Ayşe Bilge Dicleli: Çocuğunuzun Gelişen Aklı: Doğumdan Ergenliğe Öğrenme ve Beyin Gelişimi, Kolektif Kitap, 1997, İstanbul
- Hunke, Sigrid: Allah’ın Güneşi Avrupa’nın Üzerine, Altın Kitaplar Yayınevi, 2001, İstanbul
- Huntington, Samuel P.: Medeniyetler Çatışması, Vadi Yayınları, 2003, İstanbul
- İnalöz, Orhan: Doğru Düşünebilmek, Feyyaz Yayıncılık, 2013, İstanbul
- İtil, Turan: Unutulan Beyin: Seksten Daha Büyük Tabu, Kaynak Yayınları, 2015, İstanbul
- İzzetbegoviç, Aliya: Doğu-Batı Arasında İslam, Ketebe Yayınevi, 1993, İstanbul
- Johnson, Phillip E. çeviri Orhan Düz: Evrim Duruşması, Gaye Kitabevi Dağıtım, 2003, Bursa
- Karataş, Şükran, Deity And Freedom Equality Justice in History Philosopy Science, İmak Ofset Basın Yay. 2013
- Kıng, Brett: Augmented, Artırılmış Gerçeklik. Maltepe Üniv. Kit. 2016, İstanbul
- Kingsley, Peter: Batı Hikmetinin Bilinmeyen Tarihi, Etkileşim yay. çev: Onur Atalay, 2004, İstanbul
- Köknel, Özcan: Çatışan Değerlerimiz Aileden Topluma, Politikadan İnançlara, Sevgiden Aşka Kadar, Altın Kitaplar, 2007, İstanbul
- Maisonneuve, Jean: Sosyal Psikoloji, Dost Kitabevi, 2005, İstanbul
- Manafov, Rafiz Kötülük Problemi ve Teodise, İz Yayıncılık, 2007, İstanbul
- Margenau,Herny ve Varghese, Roy Abraham-çeviri Ahmet Ergenç: Kosmos, Bios, Teos, Gelenek Yayıncılık, 2002, İstanbul
- Maslow, Abraham-çeviri Okhan Gündüz: İnsan Olmanın Psikolojisi, Ku¬raldışı Yayınları, 2011, İstanbul
- Maslow, Abraham: Dinler, Değerler, Doruk Deneyimler, Kuraldışı Yayınları, 1964, İstanbul
- Miquel, Andre çeviri Ahmet Fidan: Doğuştan Günümüze İslam Medeniyeti, Birleşik Dağıtım Kitabevi, 2003, Ankara
- Morin, Christophe: Beyindeki İkna Kodu, Maltepe Üniv. Yayınları, 2019, İstanbul
- Moses, Jeffrey: Bir Olmak Bütün Dinlerin Paylaştığı Yüceİ lkeler, Samsara, 2003, İstanbul
- Murphy, Joseph: Bilinçaltının Gücü, Koridor Yayıncılık, 2000, İstanbul
- Nietzsche, Friedrich: İyinin ve Kötünün Ötesinde, İş Bankası Kültür Yayınları, 2014, İstanbul
- Peteet, R. John, M.D, G.Lu, Francis, M.D, E. Narrow, William, M.P.H., M.D.; Religious and Spiritual Issues in Psychiatric Diagnosis, American Psychiatric Association Arlington, Virginia, 2011
- Ramachandran, V.S., Sandra Blakeslee; Çev: Levent Öztürk; Beyindeki Hayaletler, İnsan Zihninin Gizemlerine Doğru 2019, İstanbul Boğaziçi Üni. yayınevi
- Small, Gary çeviri Tuğba Kırca: Hafızanın Kutsal Kitabı, Omega Yayınları, 2002, İstanbul
- Songar, Ayhan: Sibernetik, Yeni Asya Yayınları, 1980, İstanbul
- Stalin: Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm, Bilim ve Sosyalizm Yayınevi, 2017, İstanbul
- Stevens, Anthony: Jung, Kaknüs Yayınları, 1999, İstanbul
- Stora, Jean Benjamin: Stres, İletişim Yayınları, 1994, İstanbul
- Strano, Anthony çeviri Aynur Sungur Tuncer ve İlknur Bulut: Batılı Zihin İçin Doğulu Düşünceler ve Derin Düşünce Yansımaları, Altın Kitapevi, 2006, İstanbul
- Şimşek, Ümit: Bir Fiil Yaratmak: Eserden Esmaya, Diyanet İşleri Başkanlığı, 2002, Ankara
- Shaffer, Jerome A.- çeviri Turan Koç: Zihin Felsefesi, Küre Yayınları, 2005, İstanbul
- Spinoza, Baruch: “Etika”, Alfa Yayınları, 1978, İstanbul
- Tanrıdağ, Oğuz: İnanıyorum O Halde Varım, Üsküdar Üniversitesi Yayınları No: 5 2017, İstanbul
- Tanrıdağ, Oğuz: Sosyal Nörobilim, Nobel Tıp yay. 2015, İstanbul
- Talbot, Michael, Holografik Evren, Omega Yayınları, 2001, İstanbul Yay. 2021, İstanbul
- Tura, Saffet Murat: Madde veMana: Rasyonalitenin Kökeni, Metis Yayınları, 2011, İstanbul
- Tarlacı, Sultan: Suç ve Beyin, Destek Yayınları, 2017, İstanbul
- Tarlacı, Sultan: Ölüm’sözlük, Tuti Kitap, 2018, İstanbul
- Tarhan, Nevzat. Bilgelik Psikolojisi 1 Rasyonel İnanç Spinoza’nın Yanılgısı ve Evrimin Evrimi 2022, Timaş Yayınları.
- Tarhan, Nevzat: Akıldan Kalbe Yolculuk Bediüzzaman Modeli Timaş 2022 İstanbul
- Taslaman, Caner: Kuantum Teorisi Felsefe ve Tanrı, İstanbul Yayınevi, 2008, İstanbul
- Tatlı, Adem: Akıllı Tasarım Teorisi. https://sorularlaislamiyet.com/kaynak/akilli-tasarim-teorisi
- Twenge, M.,Jean, PH.D., Campbell, W. Keith, PH. D.; The Narcissism Epidemic, Living İn The Age of Entitlement, Atria Paperback, New York 2009
- Uzbay, Tayfun: Görünmeyen Beyin, Destek Yayınları, 2017, İstanbul
- Venter, Henry.: Self-Transcendence: Maslow’s Answer to Cultural Closeness. Journal of Innovation Management. 4. 3. 10.24840/2183-0606_004.004_0002
- Wilson E.O.: The Creation an appeal to save on earth, W.W.Norton Company New York/ 2006, London
- Yalom, Irvin D. çeviri Özden Arıkan: Din ve Psikiyatri, Pegasus Yayınları, 2000, İstanbul
B- Kendiliğinden ve tesadüfen oluştuğu iddia edilen kimyasal süreçler hayatın varlığını ve genetik kodun kökenine açıklama getirememiştir.
- Gribbin, J. Carbon Dioxide, Ammonia and Life. New Scientist. Vol.94. May 13. 1982, p.143
- Bliss, R. B. and Parker, G. E. Origin of Life. California. 1979
- Tatlı, Â. Evrim ve Yaratılış. 5. baskı. 2018, s. 38.
- Jack W. Szostak, David P. Bartel, and P. Luigi Luisi, “Synthesizing Life,” Nature, 409: 387-390 (January 18, 2001
- Robert Shapiro, “A Simpler Origin for Life,” Scientific American, pp. 46-53, June, 2007
- J.T. Trevors and D.L. Abel, “Chance and necessity do not explain the origin of life,” Cell Biology International, 28: 729-739, 2004.
- George M. Whitesides, “Revolutions In Chemistry: Priestley Medalist George M. Whitesides’ Address,” Chemical and Engineering News, 85: 12-17, 2007
C- Biyolojik yapılar çok hassas ve kompleks bileşiklerdir, rastgele mutasyonların ürünü olamaz.
- Douglas A. Axe, “Estimating the Prevalence of Protein Sequences Adopting Functional Enzyme Folds,” Journal of Molecular Biology, 341: 1295-1315, 2004.
D- Fosil kayıtlarında türlerin aniden ortaya çıkması Darvinci evrimi desteklemez.
- R.S.K. Barnes, P. Calow and P.J.W. Olive, The Invertebrates: A New Synthesis, pp. 9-10 (3rd ed., Blackwell Sci. Publications, 2001
- Robert L. Carroll, “Towards a new evolutionary synthesis,” Trends in Ecology and Evolution, 15(1):27-32, 2000
- Jaume Baguña and Jordi Garcia-Fernández, “Evo-Devo: the Long and Winding Road,” International Journal of Developmental Biology, 47:705-713, 2003
- Kevin J. Peterson, Michael R. Dietrich and Mark A. McPeek, “MicroRNAs and metazoan macroevolution: insights into canalization, complexity, and the Cambrian explosion,” BioEssays, 31 (7):736-747, 2009
- Stefanie De Bodt, Steven Maere, and Yves Van de Peer, “Genome duplication and the origin of angiosperms,” Trends in Ecology and Evolution, 20:591-597
- Frank B. Gill, Ornithology, 3rd ed. New York: W.H. Freeman, 2007, p. 42.
- Alan Feduccia, “‘Big bang’ for tertiary birds?,” Trends in Ecology and Evolution, 18: 172-176, 2003
- Ernst Mayr, What Makes Biology Unique?, p. 198 (Cambridge University Press, 2004
- John Hawks, Keith Hunley, Sang-Hee Lee, and Milford Wolpoff, “Population Bottlenecks and Pleistocene Human Evolution,” Journal of Molecular Biology and Evolution, 17(1):2-22, 2000.
E- Moleküler biyoloji büyük bir “Hayat ağacı” oluşturmakta başarısız olmuştur.
- (“New study suggests big bang theory of human evolution,”January 10, 2000). http://www.umich.edu/~newsinfo/Releases/2000/Jan00/r011000b.html
- Jeffrewy Schwartz, Sudden Origins: Fossils, Genes, and the Emergence of Species, p. 3, Wiley, 1999
- Graham Lawton, “Why Darwin was wrong about the tree of life,” New Scientist (January 21, 2009
- W. Ford Doolittle, “Phylogenetic Classification and the Universal Tree,” Science, 284:2124-2128, June 25, 1999.
- Partly quoting Eric Bapteste, in Lawton, “Why Darwin was wrong about the tree of life” (internal quotations omitted.
- Carl Woese “The Universal Ancestor,” Proceedings of the National Academy of Sciences USA, 95:6854- 9859, June, 1998
- Graham Lawton, “Why Darwin was wrong about the tree of life,” New Scientist, January 21, 2009
- Liliana M. Dávalos, Andrea L. Cirranello, Jonathan H. Geisler, and Nancy B. Simmons, “Understanding phylogenetic incongruence: lessons from phyllostomid bats,” Biological Reviews of the Cambridge Philosophical Society, 87:991-1024, 2012
F- Akraba olmayan canlıların arasında görülen benzer biyolojik yapıların, Darwinizme meydan okuyor ve ortak ata mantığını yıkıyor.
- David P. Mindell, Michael D. Sorenson, and Derek E. Dimcheff, “Multiple independent origins of mitochondrial gene order in birds,” Proceedings of the National Academy of Sciences USA, 95 (September, 1998): 10693-10697
- Frederick M Ausubel, “Are innate immune signaling pathways in plants and animals conserved?,” Nature Immunology, 6 (10): 973-979 (October, 2005
- Michael Syvanen, “Evolutionary Implications of Horizontal Gene Transfer,” Annual Review of Genetics, 46:339-356, 2012.
G- Omurgalı embriyoları arasındaki farklılıklar, ortak soy tahminleriyle çelişmektedir.
- Kalinka et al., “Gene expression divergence recapitulates the developmental hourglass model,” Nature, 468:811, December 9, 2010
- Steven Poe and Marvalee H. Wake, “Quantitative Tests of General Models for the Evolution of Development,” The American Naturalist, 164, September, 2004): 415-422; Olaf R. P. Bininda-Emonds, Jonathan E. Jeffery, and Michael K. Richardson, “Inverting the hourglass: quantitative evidence against the phylotypic stage in vertebrate development,” Proceedings of the Royal Society of London, B, 270 (2003): 341- 346;
- Olaf R. P. Bininda-Emonds, Jonathan E. Jeffery, and Michael K. Richardson, “Inverting the hourglass: quantitative evidence against the phylotypic stage in vertebrate development,” Proceedings of the Royal Society of London, B, 270:341-346, 2003).
H- Darwinizm, körelmiş organlar ve “önemsiz (çöp) DNA” hakkında öngörülerinin yanlışlığı bütün çıplaklığı ile anlaşılmıştır.
- Francis Collins, The Language of God: A Scientist Presents Evidence for Belief (New York: Free Press, 2006), 136-37.
- Richard Sternberg, “On the Roles of Repetitive DNA Elements in the Context of a Unified Genomic- Epigenetic System,” Annals of the New York Academy of Sciences, 981 (2002): 154-88.
- Richard Sternberg, a.g.e.
- Tammy A. Morrish, Nicolas Gilbert, Jeremy S. Myers, Bethaney J. Vincent, Thomas D. Stamato, Guillermo
- E. Taccioli, Mark A. Batzer, and John V. Mora “DNA repair mediated by endonuclease-independent LINE-1 retrotransposition,” Nature Genetics, 31 (June, 2002): 159-65.
- Galit Lev-Maor, Rotem Sorek, Noam Shomron, and Gil Ast, “The birth of an alternatively spliced exon: 3′ splice-site selection in Alu exons,” Science, 300 (May 23, 2003): 1288-91; Wojciech Makalowski, “Not junk after all,” Science, 300 (May 23, 2003): 1246-47.
- Morrish et al., “DNA repair mediated by endonuclease-independent LINE-1 retrotransposition,” 159-65; Annie Tremblay, Maria Jasin, and Pierre Chartrand, “A Double-Strand Break in a Chromosomal LINE Element Can Be Repaired by Gene Conversion with Various Endogenous LINE Elements in Mouse Cells,” Molecualr and Cellular Biology, 20 (January, 2000): 54-60
- Richard Sternberg and James A. Shapiro, “How repeated retroelements format genome function,” Cytogenetic and Genome Research, 110 (2005): 108-16.
- Jeffrey S. Han, Suzanne T. Szak, and Jef D. Boeke, “Transcriptional disruption by the L1 retrotransposon and implications for mammalian transcriptomes,” Nature, 429 (May 20, 2004): 268-74; Bethany A. Janowski, Kenneth E. Huffman, Jacob C. Schwartz, Rosalyn Ram, Daniel Hardy, David S. Shames, John D. Minna, and David R. Corey, “Inhibiting gene expression at transcription start sites in chromosomal DNA with antigene RNAs,” Nature Chemical Biology, 1 (September, 2005): 216-22.
- S. Henikoff, K. Ahmad, H. and S. Malik “The Centromere Paradox: Stable Inheritance with Rapidly Evolving DNA,” Science, 293 (August 10, 2001): 1098-1102;
- C. Bell, A. G. West, and G. Felsenfeld, “Insulators and Boundaries: Versatile Regulatory Elements in the Eukaryotic Genome,” Science, 291 (January 19, 2001): 447-50;
- M.-L. Pardue and P.G. DeBaryshe, “Drosophila telomeres: two transposable elements with important roles in chromosomes,” Genetica, 107 (1999): 189-96;
- S. Henikoff, “Heterochromatin function in complex genomes,” Biochimica et Biophysica Acta, 1470 (February, 2000): O1-O8; L. M.Figueiredo, L. H. Freitas-Junior, E. Bottius, Jean-Christophe Olivo-Marin, and A. Scherf, “A central role for Plasmodium falciparum subtelomeric regions in spatial positioning and telomere length regulation,” The EMBO Journal, 21 (2002): 815-24;
- Mary G. Schueler, Anne W. Higgins, M. Katharine Rudd, Karen Gustashaw, and Huntington F. Willard, “Genomic and Genetic Definition of a Functional Human Centromere,” Science, 294 (October 5, 2001): 109-15.
- Ling-Ling Chen, Joshua N. DeCerbo, and Gordon G. Carmichael, “Alu element-mediated gene silencing,” The EMBO Journal 27 (2008): 1694-1705;
- Jerzy Jurka, “Evolutionary impact of human Alu repetitive elements,” Current Opinion in Genetics & Development, 14 (2004): 603-8;
- G. Lev-Maor et al. “The birth of an alternatively spliced exon: 3′ splice-site selection in Alu exons,” 1288-91
- M. Mura, P. Murcia, M. Caporale, T. E. Spencer, K. Nagashima, A. Rein, and M. Palmarini, “Late viral interference induced by transdominant Gag of an endogenous retrovirus,” Proceedings of the National Academy of Sciences USA, 101 (July 27, 2004): 11117-22;
- M. Kandouz, A. Bier, G. D Carystinos, M. A Alaoui-Jamali, and G. Batist, “Connexin43 pseudogene is expressed in tumor cells and inhibits growth,” Oncogene, 23 (2004):4763-70.
- K. A. Dunlap, M. Palmarini, M. Varela, R. C. Burghardt, K. Hayashi, J. L. Farmer, and T. E. Spencer, “Endogenous retroviruses regulate periimplantation placental growth and differentiation,” Proceedings of the National Academy of Sciences USA, 103 (September 26, 2006):14390-95;
- L. Hyslop, M. Stojkovic, L. Armstrong, T. Walter, P. Stojkovic, S. Przyborski, M. Herbert, A. Murdoch, T. Strachan, and M. Lakoa, “Downregulation of NANOG Induces Differentiation of Human Embryonic Stem Cells to Extraembryonic Lineages,” Stem Cells, 23 (2005): 1035-43;
- E. Peaston, A. V. Evsikov, J. H. Graber, W. N. de Vries, A. E. Holbrook, D. Solter, and B. B. Knowles, “Retrotransposons Regulate Host Genes in Mouse Oocytes and Preimplantation Embryos,” Developmental Cell, 7 (October, 2004): 597-606
- Yong, “ENCODE: the rough guide to the human genome,” Discover Magazine (September 5, 2012), at http://blogs.discovermagazine.com/notrocketscience/2012/09/05/encode-the-rough-guide-to-the-human-genome/ Makalowski, “Not Junk After All,” 1246-47.
- Laura Poliseno, “Pseudogenes: Newly Discovered Players in Human Cancer,” Science Signaling, 5 (242) (September 18, 2012).
- Yan-Zi Wen, Ling-Ling Zheng, Liang-Hu Qu, Francisco J. Ayala and Zhao-Rong Lun, “Pseudogenes are not pseudo any more,” RNA Biology, 9(1):27-32 (January, 2012).
I- Evrim teorisi, bilimsel bir bilgi değil, ateizme dayalı ideolojik ve o ideolojiyi temel alan felsefî bir görüştür.
- Evgeniy S. Balakirev and Francisco J. Ayala, “Pseudogenes, Are They ‘Junk’ or Functional DNA?,” Annual Review of Genetics, 37 (2003): 123-51.
- BwEyoAcA&sclient=gws-wiz-serp (Erişim Tarihi: 16.03.2024). https://www.worldhistory.org/trans/tr/1-19704/immanuelkant
[1 Kongrede BAKAD Başkanı olarak sunduğum “Darvinizmin Sosyal Bilimler Yolculuğu” başlıklı tebliğin özetine https://yaratiliskongresi.uskudaruniversitesi.edu.tr/uploads/content/files/26/viii-uluslararasi-bilimler-isiginda-yaratilis-kongresi-bildiri-ozet-kitapcigi.pdf adresinden ulaşılabilir.
- YAYINLAYAN: akademik bakış, anasayfa, Genel, haberler