Prof. Dr. Mahmut BOZAN
Son günlerde Avrupa’da iyice artan “Kur’an-ı Kerim” yakma hâdisesi televizyonların ve diğer sosyal medya organlarının ilk haberleri olmaya başladı. Bu sebeple meselenin mahiyetini, tahrik ve teşvikçilerini, fâil ve fâillerin motivasyonlarını incelemek zaruri hale geldi.
İslâmofobi[1] veya İslâm korkusu, küresel ve emperyalist güçler tarafından siyasi bir amaca matuf olarak plânlı bir şeklide kurgulanmış, daha sonra da kademeli bir şekilde İslâm kelimesinin yanına cihadist, fundamentalist ve nihayet terörist gibi kavramlar ilave edilerek güçlü medya ağı ve akademik kimlik ve kanallar aracılığı ile yaygın bir şekilde kullanılması sağlanmış bir kavramdır. İslâm’ı korkulması gereken bir tehdit olarak takdim etmenin, ötekileştirmenin ve düşmanlaştırmanın elbette siyasi bir amacı bulunmaktadır.
Nasıl ki SSCB 1991’de dağıldıktan sonra düşmansız kalan NATO’yu ayakta tutmak için küresel siyasette Batı’ya yeni bir düşman aranmış ve Samuel P. Huntinton’un, 1993’te yayımladığı “Medeniyetler Çatışması” tezi ile İslâm yeni düşman olarak ilan edilmişse, hızla çöküşe giden ve tüm değerlerini kaybeden Batı insanı için de İslâmofobi bir alternatif değer olarak sunulmuştur. Bu değer şeytanlaştırılan bir “öteki” var etme ve her türlü kötülüğü ondan bilme, hatta “kendi varoluşunu o kötüye nefretin üzerine bina etme” gibi psikolojik saikler de taşımaktadır. Bunun sonucunda birtakım şöhret-perest budalalara tehlikesiz, kolay yoldan şöhret olma, hatta dâhilde kahramanlaştırma gibi fırsatlar da doğuran İslâm’a saldırma akımını başlatmıştır.
Şeytanî bir düşünceyle ortaya atılan Şeytan Ayetleri[2] şöhret budalalarına bu kapıyı aralamış, arkasından mizah dergisi kimliğiyle Fransa’da Charlie Hebdo karikatürleriyle İslâm’a saldırıyı genişletmiştir. Danimarka’da devlet okullarında okutulan bir din dersi kitabındaki “Her ne kadar her Müslüman terörist değilse de her terörist Müslüman’dır” ifadesi ile İslâm nefreti Batı’da eğitim politikalarının amacı haline gelmiştir. Batı, “İslâmi terör” ve “Müslüman terörist” kavramlarını gayet şuurlu olarak insanların zihinlerinde eşanlamlı hale getirmeye çalışmaktadır. Batı’da İslâm nefreti özellikle 2001 yılında ABD’de ikiz kulelere yapılan saldırıdan sonra sistematik hale getirilmiştir. Fransa’da Müslüman talebelere başörtüsü yasağı uygulanmaya başlanmış (Türkiye’deki müstear Cüneyt ismiyle hüküm tesis etmeye çalışan Coni’lerden ders almış olmalılar), gittikçe dosya kabarmış ve iş şiddete dökülmüştür. Norveç’te A. B. Berwick 2011 yılında yaptığı 77 kişiyi öldürüp, 242 kişiyi yaraladığı ırkçı saldırıyı Yeni Zelanda’da B. Tarrant isimli teröristin 2019 yılında Nur Camisi’nde yaptığı saldırı takip etmiş, 51 Müslüman öldürülmüştür. Bugün artık Batı’da artan İslâm düşmanlığının istatistiği bile tutulamaz hale gelmiştir.
Kökü hayli gerilere giden İslâm düşmanlığını besleyen unsurlardan birisi Batının ırkçı bir zihniyete sahip olmasıdır.[3] Avrupa’daki din savaşlarında milyonlarca insanın öldürülmesi ve Amerikan yerlilerinin neredeyse tamamının imha edilmesi gibi karanlık bir tarafı olan Hıristiyan dünyasının şiddet barındıran kimliğini Müslümanlara yansıtması, İslâm’ı ötekileştirmesi, düşmanlaştırması ve nihayet nefret objesi haline getirmesi psikolojik bir durumdur. Yaklaşık 800 sene İspanya’da hâkim olan Müslümanların idaresinde her din ve millet yaşama hakkına sahipken, Hristiyan hâkimiyetine girdikten sonra Katoliklerden başka kimseye hayat hakkı tanınmaması bunun en müşahhas misalidir. Bir ucu haçlı seferlerine dayanan bu hareketin diğer ucu ABD’deki 11 Eylül 2001 saldırılarına kadar uzanmaktadır. Dönemin ABD başkanı Bush, 11 Eylül’deki mahiyeti meçhul intihar saldırılarının ardından terörizme karşı haçlı seferi başlattığını ilan etmiştir. Tabiîki burada terörizmle İslâm kastedilmektedir. Zaten haçlı seferleri tarihte Müslümanlara karşı yapılmış bir harekettir. Nitekim ABD önce Afganistan’a daha sonra Irak’a aynı bahanelerle saldırmış daha sonra da tüm İslâm dünyasını kontrol altına almak amacıyla Büyük Ortadoğu Projesi uygulamaya konulmuştur.
Bugün ilmi, iktisadi ve askeri üstünlüğü elinde tutan, küresel çapta politika belirleme araçlarına sahip Batılı ülkelerin büyük oranda sömürgesi durumunda olan, üstelik işgal edilen, parçalanan, kaynakları yağmalanan ve din, mezhep ve ırkçılık üzerinden kutuplaştırılarak birbirine düşürülen İslâm ülkelerinin nasıl bir tehdit ürettiği sorusunu her türlü yalan ve algı operasyonlarının üzerine çıkarak sormak gerekir. Avrupa ve ABD mi işgal altındadır; yoksa Afganistan, Irak ve Suriye mi? Almanya, Fransa, İngiltere veya Kanada da mı iç savaş vardır; yoksa Libya’da, Yemen’de, Suriye ve Irak’ta mı? İslâm ülkeleri mi Batı’nın hammadde ve enerji kaynaklarını sömürmektedir, yoksa tam tersi mi olmaktadır? Tüm bu soruların cevabı ortada iken neden bir Hristiyan veya Yahudi fobisinden değil de İslâmofobi’den bahsedilmektedir?
İslâm’ın mukaddeslerine yapılan saldırılar fikir hürriyeti bahanesi ile savunulmakta, rencide edilen, hatta tâciz ve tahrik edilen Müslümanların eylemleri de terör olarak istismar edilmektedir. Kışkırtılan ve ülkesi istila edilen Müslümanlara fundamentalist, cihadist ve nihayet terörist diyerek Müslümanları güvenlik açısından bir tehdit gibi sunarken, eş zamanlı olarak İslâm, hilafet ve şeriat gibi kavramları da hayat tarzları için bir tehdit unsuru olarak takdim etmeye devam etmektedirler ve maalesef bu hususta iç ve dış İslâmofobikler iş birliği halindedirler.
İslâm nefretinin dâhili ayağı da maalesef hârici ayağı ile işbirliği halindedir. Hatta dâhildeki Batı kâselisleri bazen İslâm nefretinin hârici ayağına parmak ısırtacak kadar yıkıcı ve saldırgan olabilmektedir. Batı tipi eğitimle bir nevi devşirilmiş ve İslâmi değerlere en az Batılılar kadar mesafeli mütegallibe bir kesim İslâm’ı tahkirden geri durmamaktadır. İslâm ülkelerinde İslâmi değerlerin gerilik, iptidailik, gelişmemişlik, çağdışılık ve benzeri ifadelerle aşağılanması öncelikle Müslüman ismi taşıyan ve arada bir kendilerinin de Müslüman olduğu iddiasını ileri süren etkili ve maalesef yetkili kişilerce dile getirilmiş, her türlü mevzuattan dini ifade, yemin ve hatta selamlaşma gibi gelenekleşen unsurlar bile kaldırılmıştır. Diğer İslâm ülkelerinde de durum pek farklı değildir.
Batı’daki bu kaba, saldırgan ve kontrolsüz İslâm düşmanlığına karşı Türkiye ve birkaç İslâm ülkesinden başka ses çıkaran olmamaktadır. BM’den sonra en kalabalık üyeye sahip (56 üyeli) İslâm İşbirliği Teşkilatı acizleri oynamakta, elinde enerji kaynaklarından yatırım fonlarına, ticari ambargolardan ithalat kısıtlamalarına kadar inanılmaz baskı araçları olmasına rağmen bunları kullanamamaktadır. Hatta Batı’nın keyfi ambargolarına karşı mukabele bile edememektedir. Tüm bunlar hem Batı’yı cesaretlendirmekte, hem de şöhret budalalarına kolay yoldan hem de dünya çapında şöhret olma fırsatı sunmaktadır. Artık İslâm dünyası bu reklamları medyasında yayımlayarak bu işe alet olmamalı, ancak uluslararası ilişkiler boyutunda “can yakıcı” tedbirler almaya yönelmeli, her şeyden önemlisi İslâm dünyası İslâm İşbirliği Teşkilatı üzerinden tüm dünyaya ve özellikle saldırgan Batıya bir bütünlük mesajı verecek kıvama gelmelidir.
[1] İslâmofobi gerçekte İslam nefreti demektir. Zira ecnebi lisanında yükseklikten, karanlıktan, yalnızlıktan, örümcekten-böcekten korkma gibi bir sürü boş fobiler (korkular) bulunmaktadır. İslâmofobi bu tür bir kuruntuyu değil, İslâm nefretini esas almaktadır. Bkz. Bozan, M. (2018). Küresel Gücün Tahkiminde Düşmanca Bir Tavır; İslâmofobi. Bartın Üniversitesi İİBF Dergisi, 9 (18), 221-238 . Retrieved from https://dergipark.org.tr/tr/pub/bartiniibf/issue/40570/456852.
[2] Şeytan Ayetleri, Hint asıllı İngiliz yazar Selman Rüşdi’nin Kur’an’a ve Hz. Peygambere saldırı amacıyla 1988’de İngiltere’de yayımladığı bir romandır. Kitabın Türkiye’de yayımlanması için çalışan kişi de “Türk halkının %60’ı aptaldır” diye milletimize hakaret eden Aziz Nesin’dir. Tencere ve kapak nasıl da örtüşmektedir.
[3] Bkz. Özarslan, S. (2023). Avrupa’da İslâmofobinin Tarihi Kökleri ve Güncel Nedenleri, Akif, 53/1 s. 62-74. https://dx.doi.org/10.51121/akif.2023.32