Prof. Dr. Mahmut Bozan
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilânı üzerinden bir asır geçti. 1876 yılında çıkılan demokrasi yolculuğu 1. Cihan Harbi ve sonrasında yapılan milli mücadelenin ardından maalesef ki önce otoriter, daha sonra da totaliter bir renge büründü. Türkiye çok partili hayata ancak 1950 yılında dönebildi. Milli iradeye itaati hazmedemeyen diktatörlük yanlıları ne yazık ki ihtilallerle gelişimin önünü tıkayarak Türkiye’nin milletler arası sahnede hak ettiği yeri almasını engellediler. Türkiye’yi demokratik bir cumhuriyet olmaktan alıkoyan ve bürokratik bir diktatörlük olması için çalışan pek çok mahfil bulunmakla birlikte bunların başında demokrasinin ana oyuncularından olan bir siyasi partinin bulunması dünyada eşine az rastlanır bir durumdur. Bu parti maalesef cumhuriyeti kurmakla öğünen Halk Fırkasıdır. Daha sonra Cumhuriyet Halk Partisi adını alan bu hareketin halkı temsil gibi bir anlayışı hiçbir zaman olmamıştır. “Halka rağmen halk için” şeklinde formüle edilen kendilerine göre “devrimci” bir anlayışla halkı zorla kendi ideolojik çizgilerine getirmeye çalışmışlar, milletin iradesine göre kendini yenilemek yerine, milleti kendi iradesine tabi kılmanın yollarını aramışlardır. Bu yollar bazen içinde ihtilâl kışkırtıcılığı, darbe teşvikçiliği veya darbe iştirakçiliği ve kamu gücünü milletin değerleri aleyhine kullanma gibi gayrı meşru araçları da içinde barındırabilmiştir.
1950 yılında “beyaz ihtilal” denilen halk hareketi ile kansız ve kavgasız olarak 27 yıllık tek parti iktidarının bitirilmesi ve millî iradenin ülke yönetimine el koymasını CHP asla içine sindirememiştir. Milli iradenin vermediği iktidara, muhtıra ve ihtilâllerle ulaşmaya çalışmıştır. İsmet İnönü’nün Adnan Menderes’i tehdit bâbında söylediği meşhur; “Şartlar tamam olduğunda milletler için ihtilâl meşru bir haktır. Bu yolda devam edersiniz ben de sizi kurtaramam.” tehdidinin üzerinden kısa bir süre sonra 27 Mayıs darbesinin yapılması, Başbakan ve iki bakanının asılması CHP’nin değişmeyen kimliğini ortaya koymaktadır. Zira daha sonra yapılan darbe teşebbüsleri ve darbelerin hepsiyle CHP ya irtibatlı ya da gizli-açık teşvikçi olmuş, darbe anayasalarının da hem yapımlarında hem de savunulmasında hep ön sıralarda bulunmuştur.
Halkta derin bir güvensizlik doğuran ve parlamento dışı güçleri hâkim kılan özelliklere sahip 1961 darbe anayasasının 4. Maddesinde “Egemenlik kayıtsız şartsız Türk Milletinindir. Millet egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre yetkili organlar eliyle kullanır.” Denilerek TBMM tek yetkili organ olmaktan çıkarılmış, milli irade birtakım bürokratik kurumlar arasında paylaştırılmıştır. TBMM’nin yanına bir Cumhuriyet Senatosu eklenerek halkın oyu ile seçilemeyen ihtilalciler ölünceye kadar kontenjan senatörü adıyla buraya doldurulmuştur. Seçim kanunu değiştirilerek çoğunluk sisteminden koalisyonları netice verecek nisbi temsil sistemine geçilmiştir. Buna rağmen TBMM’de etkili bir güç oluşturamayan CHP ve özellikle içinde bulunan Marksist kanat değişik yollar aramaya başlamıştır. 1971 askeri muhtırası ile iktidardan düşürülen Süleyman Demirel’in karşısına bu kez CHP’nin başına geçen Bülent Ecevit çıkarılmıştır. Adalet Partisi ise parçalanarak bünyesinden iki parti daha çıkarmıştır. O dönemde sağ blok Milli Selamet Partisi ve Demokrat Parti ile üç parçaya ayrılmış, 1973 seçimleri ile Bülent Ecevit’in yıldızı parlatılmaya başlanmıştır. CHP-MSP koalisyonu ve akabinde yapılan 1974 Kıbrıs harekâtındaki başarı rüzgârını arkasına alan “Karaoğlan” büyük bir umutla 1977 seçimlerine girmiştir. CHP 1977 genel seçimlerinde sandıktan birinci parti olarak çıkmayı başarmış, 450 milletvekilliğinden 213’ünü alarak 13 milletvekili eksiğiyle neredeyse kıl payı iktidarı elinden kaçırmıştır. Daha sonra bunu telafi etmek için Güneş Motel’de yapılan pazarlıklar sonucu Adalet Partisi’nden bakanlık vererek kopardığı 13 milletvekili ile iktidara gelse de burada bir yıl bile kalamayacaktır. Bu hâdisenin 14 Mayıs 2023 seçimlerinde Kemal Kılıçdaroğlu’nun destek karşılığı Cumhurbaşkanı yardımcılığı vemilletvekili dağıtımını hatırlatmasına da şaşmamak lazımdır. Mâlum ya tarih tekerrür etmektedir.
CHP’nin % 41,4 ile 213 milletvekili çıkardığı 1977 seçimleri çok sık atıf yapılan bir motivasyon aracı olarak kullanılmıştır. Bu makalede CHP’nin çok öğündüğü seçim başarısı mercek altına alınmaktadır. Çünkü 1977 seçim başarısının üzerinde bazı soru işaretleri bulunmaktadır. Bu durumun açıklanarak tarihe bir not düşülmesi ihtiyacı bu makalenin yazılmasına sebep olmuştur.
Temel soru, 1977 yılında yapılan genel seçimler ne kadar dürüst ve şaibesizdi? Türkiye’de sosyalizmin kansız ve üstelik seçim yoluyla iktidara gelmesi umudu o yıllarda sol ve sosyalist kesimde gerçek bir heyecan doğurmuş olabilir. Ancak İttihat ve Terakki geleneğinden gelen CHP’nin 1911 sopalı seçimleri ile 1946 açık oy gizli tasnif türü demokrasi literatüründe görülmeyen türden seçim kazanma sicili dikkate alındığında 1977 seçimlerinin dikkatle incelenmesi daha bir önem arz etmektedir.
Konu yorum ve mülahazalardan öte, sayısal verilerin ortaya koyduğu gerçeklerle değerlendirilmek zorundadır. Türkiye’nin nüfus artış hızı seçimin yapıldığı dönemde ortalama %2 civarında seyretmektedir. Nüfus artış hızına paralel olarak seçme yaşına gelen vatandaş sayısında da benzer bir artışın olması beklenir. Seçmen sayısını nüfus artış hızı dışında etkileyen bir başka faktör ise seçmen yaşıdır. Mercek altına alınan 1977 seçimlerinde ve bir önceki 1973 seçimlerinde seçmen yaşı 21 iken 1983 seçimlerinde 19 yaşın bittiği tarih yani 20 yaşına giriş olarak belirlenmiştir. Hem nüfus artış hızı, hem de seçmen yaşının aşağı çekilmesi sebebiyle 1977 seçimlerinden sonra normalde seçmen sayısında artış beklenir. 1950-2002 yılları arasında yapılan genel seçimle ilgili Yüksek Seçim Kurulunca açıklanan seçmen sayıları ile kullanılan oy oranları hem Tablo 1’de, hem Şekil 1’de görülmektedir
Tablo 1: 1965-1995 Arası Genel Seçimlerde Seçmen Sayısındaki Artışlar (000)
1965 yılından itibaren seçmen sayısında nüfus artış hızına paralel bir artış trendi görülürken 1977 yılında garip bir sıçrama ve 1983 yılında ise çok büyük bir düşme görülmektedir. Oysa normal nüfus artışı %2’lik bir seyir göstermekte olduğu için 1977 yılındaki seçmen sayısının 16.798.000 (335.960×4=1.343.840)=18.141.840 olması gerekirdi. Yani 1973 seçimlerini müteakiben yapılan 1977 genel seçimlerinde yaklaşık 18.141.840 seçmen oy kullanacakken 21.207.000 seçmen ortaya çıkmıştır. Bunun mânası 3.065.160 kadar bir seçmen fazlalığı bulunmaktadır. Bu fazlalığa “hayali seçmen” veya bu hayali seçmenler sandık başına gittikleri için “mükerrer oy” diyebiliriz. Bu hayali seçmenler sonraki seçimde ortadan kaybolmaktadırlar. Nitekim daha sonra seçmen sayısındaki artış normal hale gelmektedir.
Şekil 1: Türkiye’de 1950-2002 Yılları Arası Seçmen Sayıları ve Kullanılan Oy Oranı
Şimdi cevabı aranan soru şudur: Bu hayali seçmenler kimin seçmenleridir ve hangi parti veya partilere oy vermişlerdir? Bu cevabı bulmak için o günlerde Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi atmosferi analiz etmemiz gerekmektedir. Türkiye’de sıkıyönetim ilan edilmesine rağmen terör kırda, sokakta ve canın istediği her yerde can almakta, Marksist militanlar kurtarılmış bölgeler ve Fatsa gibi komünler kurmakta veya kurulmasına -ilerde bir darbe için zemin hazırlanmak amacıyla- müsaade edilmektedir[1]. Buralarda devlet gibi hareket edenlerin hayali seçmen kurgulaması ve oy kullandırması zor olmayacaktır. Günün siyasi söylemi Türkiye’ye Marksizm’i seçim yoluyla getirmektir. Bu amaçla tüm sol fraksiyonlar birleşmiştir. Şekil 2’den de görüldüğü üzere neredeyse oylarını ikiye katlayan parti CHP’dir.
Şekil 2: AP ve CHP’nin 1965-1983 Arası Seçimlerdeki Oy Oranları
1980 ihtilalinden sonra sağ oylar için iki parti, sol oylar için tek parti olduğu halde 1983 yılında CHP yerine seçime giren Halkçı Parti’nin oylarında gerileme görülmektedir. Nitekim daha sonraki seçimlerde mükerrer oy kullanımını engellemek için seçmen parmağına 24 saat çıkmayan boya sürülmesi seçimlerin ayrılmazı haline gelmiştir. Bu tablo bize mükerrer oyların çok yüksek oranda CHP’ye gitmiş olabileceğini göstermektedir.
Konuyla ilgili o günlerde gazete ve dergilerde yazılanlar incelendiğinde mükerrer oy tartışmasının yapıldığı, Süleyman Demirel’in “Himalayalardan boya getirteceğim!” diye bağırdığı görülür. 1946 seçimlerinde “açık oy, gizli tasnif”le tarihe geçen CHP’nin bu günlerde de sanki sandıklara müdahale varmış gibi “sandığa sahip çıkma” beyanatları ve oy sayımları devam ederken zafer ilanatları o cenahta pek fazla bir değişimin yaşanmadığını göstermektedir.
Sonuç, en iddialı olduğu 1977 seçimlerinde iktidara gelemeyen CHP, sağ partilerin omuzlarına basarak Millet İttifakı adı altında girdiği 14 Mayıs 2023 milletvekili seçimlerini de kaybetmiştir. Yarınki Cumhurbaşkanlığı 2. tur seçimleri CHP’nin tek başına iktidara gelemeyeceği gerçeğini bir kez daha teyit edecektir. Eğer milletin değerleriyle anlaşma ve milli iradeye ram olma yoluna girmezse CHP için sonuç hiçbir zaman değişmeyecektir.
[1] Nitekim 1980 askeri darbesinin 2. Ordu Komutanı Bedrettin Demirel darbeyi bir yıl önce plânladıklarını ancak “şartların olgunlaşması” için beklediklerini ifade edecektir. Bu beyanatın darbenin başı Kenan Evren’in sınıf arkadaşı tarafından kamuoyuna pervasızca verilmesi terörün ne amaçla kullanıldığını ve vatan evlatlarının kanının siyasi ihtiraslar için nasıl heder edildiğini ortaya koyan ibretlik bir vesikadır.