Prof. Dr. Mahmut BOZAN
Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’nin ikinci hükûmeti veya Türkiye’nin 67. Hükûmeti 3 Haziran 2023 tarihinde cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ın TBMM’de yemin etmesi ile kurulmuş oldu. Önceki hükûmetten Sağlık ve Kültür-Turizm bakanları hariç hiçbir bakana yeni hükûmette vazife verilmedi. Cumhurbaşkanı yardımcılığına ise 2003 yılında başlatılan Kamu Yönetiminde Yeniden Yapılanma çalışmaları kapsamında Kamu Yönetimi Temel Kanun Tasarısı metnini Ömer Dinçer’le beraber hazırlayan Cevdet Yılmaz‘ın getirilmesi AK Parti’de kuruluş yıllarındaki reformcu kimliğine dönüş işareti olabilir mi şeklinde yorumlara sebep oldu. Hatırlanacağı üzere TBMM’den geçen Kanun dönemin cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer’in vetosu ile kadük olmuştu. En çok merak edilen husus ise “mutfak kabine” denilen hâriciye, dâhiliye, maliye ve harbiye (milli savunma) vekâletlerine kimlerin getirileceği idi. MİT Başkanı Hâkan Fidan’ın Dışişleri Bakanı yapılması siyaset ve uluslararası ilişkiler uzmanları başta olmak üzere geniş bir çevre tarafından isabetli bulundu. Hazine ve Maliye bakanlığına Mehmet Şimşek’in şartlı gelebileceğine dair yayılan görüşler de Merkez Bankası başkanlığına Hafize Gaye Erkan’ın getirilmesiyle doğrulanmış oldu. Savunma Bakanlığına eski Genelkurmay Başkanı’nın ve İçişleri Bakanlığına bir vâlinin getirilmesi de beklenen ve olması gereken bir tasarruftu. Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın da MİT Başkanlığını Hâkan Fidan’dan devraldı. Böylece mutfak kabine şekillenmiş oldu. Parlamenter sistemin bakanlarında ekseriyetle yaşanan “yönettiği bakanlığı tanımama” zaafiyeti bertaraf edilmiş oldu.
Kabinede bize göre altı çizilecek eksiklik geçmiş hükûmetlerde yaşanan ve bu hükûmette de maalesef devam eden Maarif Vekâletine bir türlü eğitim menşe’li bir bakanın bulunamaması idi. Yusuf Tekin her ne kadar kamu yönetimi uzmanı olarak akademik bir yeterliliğe sahip olsa da Milli Eğitim gibi –sadece Türkiye’nin değil- dünyanın en büyük bakanlıklarından birisinde bakanlık yapma hususunda “dâhilden gelmemenin” getirdiği “içeriden bakış” eksikliklerini taşımaktan kurtulamayacaktır. Daha önce bu Bakanlıkta yapmış olduğu müsteşarlık ve bakan yardımcılığı bile bu eksikliği telafi edemez. Nasıl ki ne kadar eğitim almış olursa olsun yönetim uzmanı bir kişi savunma bakanlığına askeri kademeleri birer birer çıkan ve kurmay eğitimi ile silk-i askerînin tepesine tırmanan bir subay kadar o bakanlığa nüfuz edemez ve tam muvaffak olamazsa, eğitim ve sair bakanlıklarda da aynı kaide câridir. Nitekim bizim parlamenter sisteme yaptığımız itirazlardan birisi de hükûmetlerin teknokratlardan teşekkülünde yaşanan sıkıntılara dair idi. Maarifteki bu istisnayı tercihin bilgi eksikliğinden ziyade “fincancı katırlarını ürkütme” endişesinden ve “devrim kanunlarına anayasayı bekçi yapan” vesayet diktesini aşamama gibi sebeplere dayandığını iş ’ar etmekle beraber şimdilik o bahsi açmayacağım[1].
Zira bugünkü mevzuumuz Türkiye’nin iktisadi sistemi ve uygulamadaki garabetler üzerine olacaktır. Garabetler diyorum çünkü devlet eliyle özel mülkiyete müdahale edilmekte, kişi hatasından kaynaklanan zarar ve ziyanlar hazineden yani milletin ortak kesesinden karşılanmakta, vergisini veren namuslu vatandaşlar vergisini vermeyenlere getirilen aflarla cezalandırılmakta, keza borcunu ödemeyenler de yine aflar vasıtasıyla bir nevi ödüllendirilerek, borcunu ödeyenler teçhil ve tezlil edilmektedir. Peki, hükûmet ve devlet organlarının bu gibi tasarruflara yetkisi var mıdır? Bu soruya cevap verebilmek için önce Türkiye’nin siyasi sistemi ve onun alt sistemi olan iktisadi sisteminin ne olduğuna kısaca bakalım.
Türkiye bir diktatörlük değildir. Demokratik bir cumhuriyettir. Seçimlerle teşekkül eden bir meclisi, yine seçilerek gelen cumhurbaşkanı ve mahalli idarelerde de seçimle gelen belediye başkanları ve meclisleri vardır. İktisadi sistemi de serbest piyasa ekonomisine dayalı, özel mülkiyeti esas alan bir yapıya sahiptir. Bu demektir ki özel teşebbüs serbestçe piyasaya girebilir, rekabet edebilir, kazanabilir veya iflas edebilir. Gizli açık tekeller, tröstler ve rekabeti engelleyecek her türlü teşebbüs devlet kurumları tarafından bertaraf edilir. Kamu mallarına kişilerin veya kurumların tecavüzüne müsaade edilmez. Hukuk önünde herkes eşittir, kimseye ayrıcalık tanınamaz. Hazine veya devlet bütçesi milletin vergileriyle teşekkül eder, sosyal devlet anlayışıyla dezavantajlı kesimlere yapılan yardım ve destekler hariç hazineden kimsenin kişi kaynaklı özel zararları, borçları ödenemez. Kişi malına keyfi tasarrufta bulunamaz. Kısaca vermeye çalıştığımız bu tablonun Türkiye’de ihlal edilip edilmediğine herkesin mutlaka bir cevabı vardır. Biz de burada kendi cevabımızı efkâr-ı amme ile paylaşalım.
- Hazine arazisi olarak tanımlanan ormanlar, yaylalar, meralar, belirli mesafeye kadar sahil şeritleri, hatta vakıf arazilerine kadar bulunan her alan birileri tarafından yağmalanabiliyor, mülk ediliyor ve devletin merkezi veya mahalli kurumları da bunları tanıyıp, aflarla, tapu tahsisleriyle imar aflarıyla tasdik ediyor mu? Evet. 30-40 sene çalıştıktan sonra başını sokacak bir eve helâl parasıyla sahip olan bir vatandaşın karşısında “bilmem kaç dönüm kamu arazisini yağmalayan” bila-bedel mülküne geçiren bir “eşkıya vatandaş” da oradan 5-10 eve hatta villalara sahip olabiliyor mu? Evet.
- Vergi borcunu ödeyen esnaf, kredi borcunu ödeyen talebe, trafik cezasını ödeyen, kaçak elektrik ve su kullanmayan namuslu vatandaş –ki olması gereken budur- karşısında vergi borcunu ödemeyen esnafa ve benzeri durumda olanlara aflar getiriliyor mu? Evet.
- Hükûmet kendi iktisadi politikaları sonucu ortaya çıkan enflasyon, hayat pahalılığı ve alım gücünün düşmesi sonucu piyasadaki emtianın fiyat etiketini “narh” koyarak kendisi belirleyebiliyor mu? Hayır. Peki, evini kiraya veren vatandaşın ev kirasının ne kadar olacağını belirleyebiliyor mu? Evet. Peki, ev kiralarında daha önce uygulanan ve emlakçılar odasınca her ay ilan edilen “kiralara TÜFE oranında zam yapılması” yanlış mıydı? Hayır, doğruydu. Bir sıkıntı çıkıyor muydu? Hayır. Hükûmet kendi kurumunun (TÜİK) ilan ettiği %100’lere varan enflasyona karşı kira artışını %25’le sınırlama yetkisini haiz midir? Hayır. Yaparsa ne olur? Keyfilik olur, o ülke de hukuk devleti değil kanun devleti olur. Kanunların en sıkıları da demokratik olmayan ülkelerde olur.
- Bir vatandaş arabasına hem kendinden hem de başkasından kaynaklanacak kazalara karşı trafik sigortası ve üstüne de kasko sigortası yaptırırken diğer vatandaş ikisini de yaptırmazsa yaptığı kazaları devlet kurumları tazmin ediyor mu? Hayır. Bu doğru mu? Evet. Peki, evinin veya işyerinin Zorunlu Deprem Sigortasını[2] yaptırmayan vatandaş, yaptıranla eşit hale geliyor mu? Büyük oranda evet.
- Cana ve mala karşı işlenen cinayetlere, tecavüzlere, hırsızlıklara getirilen aflara burada girmiyorum. O da ayrı bir dosyanın konusu[3].
Bu kadar sorudan sonra sormak lâzım. Bu nasıl bir iktisadi sistem? Bu nasıl bir “hukuk” devleti? Bu çarpık uygulamalar namuslu vatandaşı cezalandırırken sorumluluklarını yerine getirmeyenleri ve suç işleyenleri koruyup mükâfaatlandırmıyor mu? Ey Hazine ve Maliye Bakanı 5 yıl boyunca “reel ekonomi” böyle mi uygulanacak? Hazinenin ana gelir kaynağını adaletsizliği arttıran ÖTV, KDV gibi dolaylı vergiler mi oluşturacak? Gelir dağılımındaki adaletsizlik böyle mi giderilecek? Siz uluslararası sistemi ve piyasa ekonomisini iyi bilirsiniz. Dünyanın hangi serbest piyasa ekonomisinde böyle uygulamalar var? Biz iktisatçı değiliz, lütfen açıklayın da biz de, efkâr-ı amme de bilsin.
[1]Konu ile ilgili detay bilgi isteyenler “Eğitime Biçilen Rol: Yetenek Geliştirme Mi? Kimlik Dönüştürme Mi?” başlıklı makale (https://dergipark.org.tr/tr/pub/buefad/issue/46051/426770) ile “Değerler Eğitimi İçin Bir Ön Şart: Demokratik Eğitim” başlıklı makaleye (https://acikerisim.bartin.edu.tr/handle/11772/6549) bakabilirler. [2] Zorunlu Deprem Sigortası, Türkiye'de oturmakta olan tüm binaları kapsayan bir sigorta sistemidir. Bu sigorta, deprem sonucu meydana gelen hasarları karşılamak amacıyla oluşturulmuştur. 1999 Marmara depremleri sonrasında çıkarılan bir kanunla yürürlüğe giren DASK, tüm konutların ve işyerlerinin en az bir yıl mecburi olarak sigortalanmasını sağlamaktadır. Bu sigorta sayesinde, deprem riskine karşı koruma altına alınan yapılar, meydana gelen hasarlar için sigorta şirketlerinden tazminat alabilirler. Ancak her yıl ilan edilen DASK limitleri ve üst sınırı aşan hasarlar için ayrıca “konut sigortası” yaptırılması gereği gibi hususlar kamu kurumlarının dinamik hayatın gerisinde kaldığını gösterdiği gibi bu alanın acilen yeniden düzenlenmesi gerektiğini de ortaya koymaktadır. [3] Kişiler şahsi hayatlarında kendilerine karşı yapılan haksızlıkları ve suçları affedebilirler ancak temsil makamında oldukları zaman öyle bir yetki kullanamazlar. Şahıslarına karşı suç işlendiği iddiasıyla bile mahkemelere koşanların gayrın canına ve malına karşı işlenen suçlarda affa yönelmesi cây-ı ibrettir.