Prof. Dr. Mahmut BOZAN
Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle başlayan savaş, dünya siyasetinde öncelikleri değiştirdi. ABD liderliğindeki Batı ittifakı husumet önceliğini Rusya’ya çevirdi. Türkiye ikinci plânda kaldı. Hatta Batı ittifakı Türkiye ile müttefikliğini yeniden hatırladı, Rusya ile takıştırmaya yönelik taktikler denedi, sahte gülüşlerle hayırhahımız olduğuna dair işaretler verdi. Ama Türkiye Batı ittifakının kendisine biçtiği rolü değil, kendi siyasi aklının gereğini yaparak “aktif tarafsızlık” stratejisini tercih etti. Savaşan her iki tarafın da komşusu olduğunu, binaenaleyh her iki tarafla da dostluğunu sürdüreceğini, savaşın durdurulması için gayret göstereceğini ifade etti. Barışın kaybedeni yoktur, “aslah tarik musalahadır” diyerek kamplaşmalarda tarafsız kaldı.
Türkiye’nin bu tavrı hem Rusya’dan hem de Ukrayna’dan destek gördü. Nitekim Rusya ve Ukrayna müzakere masasını 10 Mart 2022 tarihinde Antalya’da kurarken her iki ülkenin dışişleri bakanları müzakerelere Türkiye’nin de iştirakini talep ettiler. Bu gelişme adeta bundan sonra yapılacak müzakerelerin adresini de belli etmişti. Bu sebeple “Türkiye’ye minnet duyan” iki ülkenin 30 Mart 2022 tarihinde müzakere masasını İstanbul Dolmabahçe Sarayında kurması kimseyi şaşırtmadı.
Ama müzakerelerin başlangıcında Recep Tayyip Erdoğan’ın müzakerecilere hitabının Rus ve Ukrayna delegeleri tarafından ayakta alkışlanması epey bir sükse yaptı. Batı dünyasında kıskançlıkla izlenen bu durum Türkiye’de muhalefet cephesinde duygu karışıklığına sebep oldu. Hâdiseyi nasıl değerlendireceklerini bilemediler. Oysa mesele gayet basitti. Dışı eli, içi de içeriden bazılarını yakan Recep Tayyip Erdoğan’ın iki kimliği vardı. Birincisi ve herkesi alâkadar eden en önemlisi Cumhurbaşkanı kimliğiydi ve o kimlikle Türkiye Cumhuriyeti’ni ve hepimizi temsil ediyordu. Alkışlar da Türkiye’nin cumhurbaşkanına idi. Bundan muhalif-muvafık herkesin memnun olması gerekirdi. Zira Türkiye doğru bir siyaset ve strateji takip ediyor, kendi siyasi aklını kullanıyordu. Çok şükür ki öyle yapıyordu. Elbette bu strateji, seçimle gelen ve milli iradeyi temsil eden siyasi iktidarın “ortak aklı” kullanmasının bir neticesi idi. Tayyip Erdoğan’ın ikinci kimliği ise temsil ettiği makamdan ayrı olarak özel şahsiyeti olup, hususi kimliğine muhabbet etmek veya etmemek bir tercih işiydi ve başka bir meseleydi.
Şu kadar var ki Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsi kimliği ve temsil ettiği makam iç içe geçebilmektedir. Özellikle 2023 başkanlık seçimlerinde Cumhur İttifakı’nı temsilen yeniden aday olacağı önceden ilan edilmesi sebebiyle, ibresi yükselişe geçen Tayyip Erdoğan muhalefet cephesinde endişelere yol açmaktadır. Nitekim kamuoyu yoklamaları da bu yükselişi teyit etmektedir. Henüz cumhurbaşkanlığına aday çıkaramayan Millet İttifakı’nın işi biraz daha zorlaşmış gibi görünmektedir.