Prof. Dr. Mahmut Bozan
Yakın dönemin küresel siyasetinde hegemonik güçlerin Türkiye’yi baskılamak amacıyla üç kurmaca devleti sıkça kullandığına şahit oluyoruz. Bu fabrikasyon devletçikler Yunanistan, Ermenistan ve İsrail’dir. Zamanı biraz geriye sardığımızda bu üç devletin vatandaşları olan Yunan, Ermeni ve Yahudilerin Osmanlı Devleti bünyesinde dilleri, dinleri, kilise ve havraları, örf ve adetleri, canları ve mallarının koruma altında olduğu, daha da önemlisi huzur içerisinde yaşadıkları görülür. Hatta o kadar ki Müslüman ahali bu gayrı Müslim unsurlardan daha müreffeh değildir. Zimmilikleri sebebiyle Devletin koruması altındadırlar. Müslümanlar zekât ve öşür verirken, gayrı Müslimlerden haraç ve cizye alınmaktadır. Yani ağır bir vergi yükleri yoktur. Üstelik baş vergisi de denilen cizye karşılığında askerlikten de muaftırlar. Çok cüz’i bir bedel karşılığında askerlik yapmaktan kurtulmaktadırlar. Bunun ne kadar değerli olduğunu anlamak için Tanzimat Fermanı ile eşit vatandaşlık hakları kazanan gayrı Müslimlerin askerlik yapmada eşitliğe sıra gelince hemen nasıl iptal için canhıraş şekilde uğraştıklarını ve onu iptal ettirerek eskisi gibi cizye vermeyi seve seve kabul ettiklerini hatırlamak yeter. Müslüman ahali vatan savunmasında cepheden cepheye koşarken, gayrı Müslimler koruma altında hem çoğalmışlar hem de ticaret ve mesleklerini icra ile zengin olmuşlardır. Hâsılı ne Rum, ne Ermeni, ne Yahudi ne de başka bir gayrı Müslimin Osmanlı aleyhine tek bir kelime dahi etmeye hakkı yoktur.
Ne vakit ki Devlet-i Âliye ihtiyarlamış ve zayıflamış, düşmanlar ise güçlenmişler, üstelik de Fransız İhtilali ile başlayan milliyetçilik akımları Avrupa ile yakın münasebette bulunan gayrı Müslimleri ayartmış; işte o zaman dış düşmanlara bir de bu iç düşmanlar ilave olmaya başlamıştır. İngilizler, Fransızlar ve Ruslar içimizdeki gayrı Müslim unsurların hamiliğini üstlenmişler, onlar da bu himayeye çıkardıkları isyanlarla güç katmaya ve Devleti Âliye’yi zayıflatmaya çalışmışlardır. Netice itibariyle “onların dışarıdan, bunların içeriden” işbirliği halinde saldırmaları sonucu önce Yunanlılara, sonra Ermenilere, daha sonra da Yahudilere efendileri birer devletçik ihsan etmişlerdir. Şimdi bu serencamı kısaca gözden geçirelim.
Osmanlı Devletinden ilk koparılan parça Yunanlılar olmuştur. Osmanlı hariciyesinde ağırlıklı nüfuza kavuşan Yunanlıların ihaneti ile başlayan süreçte Rus, İngiliz ve Fransız üçlüsünün 1827 yılında Navarin’de Osmanlı donanmasını yakmaları ve 1829’da yapılan Edirne Antlaşması sonucu Rusya’nın baskısıyla Yunanlılara istiklâliyet tanınmış ve 1830 İstanbul antlaşması ile de durum resmiyet kazanmıştır. Yunanlılara verilen toprak 47.516 km² dir, fakat efendilerinin ihsanları ile bu toprak sürekli genişleyecek (bugün 131.957 km²) ve bu günlere gelecektir. Yunanlılar efendilerinin himaye ve şımartması altında adalar üzerinden denizlere de hâkim olmak isteyecekler, böylece Türkiye üzerinde sürekli bir Yunan tacizi siyaseti ortaya çıkacaktır. Ama Yunan okullarında uydurulmuş, yalan ve iftiralarla şişirilmiş bir tarih okutulmakta, sözüm ona “şanlı bir bağımsızlık savaşı” ile gelen nesillerin beyinleri yıkanmakta ve Türk nefreti iman esası gibi ezberletilmektedir. Böylece Hıristiyan dünyada Batı medeniyetinin çekirdek unsuru kabul edilen Antik Yunan üzerinden bir nevi hulus birliği sağlanmış olmaktadır.
Fenerli Rumların ihaneti sonrasında Osmanlı Devletinin “Millet-i Sâdıka” dediği Ermenilere alan açılmış ve devlet bürokrasisinde kâtiplikten nâzırlığa kadar pek çok alanda Ermeni vatandaşlara görevler verilmiştir.[1] Acaba hangi ülkenin tarihinde başka unsurlara bu kadar güvenilmiş ve üst seviyede vazife tevdi edilmiştir? Bugünün demokratik yönetim anlayışlarında bile Amerika ve Avrupa’da bunun bir örneğine rastlamanın imkân ve ihtimali yoktur. Ancak Ermeniler de Yunanlılardan ihanet konusunda geri kalmamışlar, Hıristiyan dünyasının güçlü ülkelerini arkalarına alarak veya onların siyasetlerine aşkla alet olarak Osmanlı’ya en nazik zamanında isyan etmişlerdir. Taşnak ve Hınçak başta olmak üzere teşkil edilen çeteler ülkede terör estirmişler, hatta bir Osmanlı Padişahına bombalı suikast düzenleyebilmişlerdir. 1. Dünya Harbinde fiilen Ruslarla işbirliği halinde Devleti Âliye’ye savaş açmışlardır. Osmanlı Devleti 7 Mayıs 1915’te çıkarmış olduğu Geçici Sevk ve İskân Kanunu (Tehcir Kanunu) ile tehdit teşkil eden Ermeni nüfusu yine devletin Rus sınırından uzak Halep ve Suriye vilayetlerinin bazı bölgelerine muvakkaten tehcire yani mecburi göçe tabi tutmuştur. Emeline nail olamayan Ermeniler, Rusların güney Kafkasya siyasetine uygun olarak Azerbaycan topraklarına iskân edilmişler ve toplama nüfus temini ile sun’i bir Ermenistan inşa etmişlerdir.
Dünyaya dağılmış ve kaybolmaya yüz tutmuş Ermeni kimliğini korumak için de “soykırım” yalanını ortaya atmışlar, bu yalan üzerinden hem varlık inşa etme hem de Türkiye’yi taciz etme siyaseti gütmeye başlamışlardır[2]. Yunanistan gibi Ermeniler de efendilerinin ikramları ile toprak büyütme gayretine düşmüşler, Rusların desteğiyle Azerbaycan topraklarını işgal etmişler ve Karabağ’ı ele geçirmişlerdir. Neyse ki Türkiye’nin gücünü toparlaması ve kardeş ülkeye askeri destek sağlaması ile Azerbaycan 40 günde Ermeni askeri gücünü eze eze topraklarını kurtarmayı başarmış ve 10 Kasım 2020 ateşkes antlaşması ile bir zafer kazanmıştır. Tüm bunlara rağmen Ermenistan Türkiye’den toprak talep etmekte ve resmi armasının ortasına Ağrı dağını yerleştirerek bir nevi “Siyon tepesi” hayalinin peşinden gitmektedir.
Yunan ve Ermeni milletlerinden kısmen farklı olan Yahudiler de kurmaca devletlerin üçüncü halkasını teşkil etmektedir. Her ne kadar iki dünya harbi sonrasında sömürgeci güçler sömürdükleri ülkelere istiklâliyet tanımış olsalar da oralardan ellerini bütün bütün çekmemişler, hâkimiyetlerini idame için ya fabrikasyon devletler inşa etmişler veya sınır ihtilafları ile sürekli müdahale edecekleri fırsat kapıları bırakmışlardır. Biz burada sadece Türkiye açısından kullanılan üç devletçiği incelemeye alıyoruz.
Yahudiler din ve milliyet olarak Hıristiyanlardan farklı, hatta onların menfuru olsalar da kullanılmak açısından bir benzerlik taşımaktadırlar. Osmanlı tebaaları arasında en mesut yaşayan gayrı Müslimlerden biri olan Yahudiler gerek Allah’ın birliğine inanma, gerekse domuz eti yememe, sünnet olma gibi sosyal hayatları bakımından Müslümanlar arasında daha uyumlu ve Hıristiyan nefretinden uzakta bir hayat sürmüşler, gayrı Müslim ayrıcalıklarından istifade ile zenginleşmişler ve nüfus olarak da artmışlardır. Üstelik İspanya’da imha olmaktan Osmanlı Devletinin insani şefkati sayesinde kurtulabilmişler ve Osmanlı topraklarına iskân edilmişlerdi. Daha da ötesi devlet bürokrasisinde istihdam edilmişler, önemli makamlara rahatlıkla gelebilmişlerdir. Ancak milliyetçilik onların da gözünü döndürmüş, ABD ve İngiltere’nin müzahereti, Almanların itmesi ve nefreti Yahudilere Filistin’de bir devlet kurma hayalini gerçeğe döndürme gayreti aşılamıştır.
2. Abdulhamid Han’dan toprak satın alma tüccarlığı ve fırsatçılığı netice vermeyince Osmanlı’nın vefatını beklemek zorunda kalmışlar ve Filistin’in İngiliz hâkimiyetine girmesiyle Siyonist hareket İsrail devletine dönüşmek için ABD’nin kurduğu Birleşmiş Milletlere müracaat etmiş, ABD’nin kontrolünde olan BM’de, 1947 yılında Filistin’in biri Yahudi öteki Arap olmak üzere iki devlet arasında paylaşılmasına karar vermiştir. Böylece Batılı efendileri sayesinde daha önce gettolara sıkıştırılan Yahudiler devlet sahibi olmuşlar ve yine efendilerinin müzahereti altında genişleye genişleye Filistin’in tamamını ele geçirecek duruma gelmişlerdir. Yunan ve Ermenilerden farklı olarak nitelikli insan gücüne sahip olan Yahudiler dünyada az bir nüfusa sahip olmalarına rağmen Siyonist ideal, Yahudi kardeşliği ve Mason dayanışması gibi birleştirici bağları sayesinde bulundukları ülkelerde kazan-kazan mantığı ile güç terakümü yapmışlardır. Bu denklemin kaybet-kaybet tarafında ise hep Müslümanlar bulunmaktadır.
Küresel hegemonik güçler bu üç kurmaca devlete yaklaşık bir asırdır bir yenisini ilave etmek için yoğun çaba harcamaktadırlar. Bu dördüncüsü ise gayrı Müslimler üzerinden değil maalesef mağdur ve mazlum bir halk üzerinden yapılmaya çalışılmakta, Kürtler bu gaye için istismar edilmektedir. Türkiye’ye bu hususta ağır bir fatura çıkarılmış olmakla birlikte Müslüman halkın sağduyusu bu oyunu boşa çıkarmakta kararlıdır. Bizimiçin savunma dönemi bitmiş, saldırılara misliyle mukabele dönemi başlamıştır.
Hülasa edersek; doğuda Ermeniler, batıda Yunanlılar ve güneyde de Yahudiler el’an çıkmış oldukları Osmanlı topraklarından onun varisi olan Türkiye’ye husumet pazarlamaktadırlar ve zaten onun için kurulmuşlardır. Ancak unutulmaması gereken husus şudur; dünün güçlüleri bugün artık zayıflamakta, yukarıda olanlar aşağıya doğru inmekte, medeniyet ışıkları Asya’dan bize doğru gelmektedir. Batı medeniyetinin emzirdiği Nazizm, Faşizm, Marksizm ve Kapitalizmin bunalttığı dünya İslâm medeniyetinin sulh ortamına muhtaçtır ve vaktiyle yaşanmış olan “Osmanlı Barışı” ile tanışmayı beklemektedir. Bu üç devletin de siyasi aklına tavsiyemiz stratejilerini buna göre yapmaları, efendilerinin arkalarında durma gücü kalmayınca ne yapacaklarını bir kere daha düşünmeleridir.
[1] Osmanlı Devletinde Ermenilerden 29 Paşa, 22 Bakan, 33 Milletvekili, 7 Büyükelçi,11 Başkonsolos ve Konsolos, 11 Üniversite öğretim üyesi ve 41 Yüksek rütbeli memur hizmet görmüştür. Sayıya diğer alt kadrolar dâhil değildir. Bkz; Ethemoğlu, M. (1987). Ermeni Terörünün Kısa Tarihi, Dicle Üniversitesi Yayınları, Diyarbakır.
[2] Ermenistan’ın en büyük tehditlerinden birisi Iğdır’a 30 km. mesafede bulunan ve 1977 yılında inşa edilen Metzamor nükleer santralidir. Birinci derece fay hattında bulunan santral, dünyadaki en güvensiz reaktör olma özelliği taşımakta olup, bugüne kadar 106 civarında kaza geçirmiş olmasına ve Türkiye’nin tüm itirazlarına rağmen bir tehdit unsuru olarak inatla çalıştırılmaktadır. Çernobil’den daha tehlikeli olan bu reaktör çevresindeki 4 milyon insanı tehdit etmekte ve Ermenistan’dan ziyade Türkiye için ağır bir tehdit oluşturmaktadır. Türkiye’de hemen her şeyi protesto eden ama Metzamor nükleer santrali için tek kelime etmeyen “çevreciler”in kulakları çınlasın!