“Fert mütekellim-i vahde olsa müsamahası, fedakârlığı amel-i sâlihtir.
Mütekellim-i maalgayr olsa hıyanet olur.”
Prof. Dr. Mahmut BOZAN
Devlet idaresinde mühim yer işgal eden meselelerden birisi de zaman zaman değişik isimlerle gündeme gelen aflardır. Mahkûm affı, vergi affı, imar affı, defter affı, vs. gibi satırlara sığmayacak kadar af türü var. Bunun karşılığında da “Birkaç sene yatar çıkarım! “ diyen bilumum câniler, mütecavizler, eşkıyalar; medyada “suç makinesi” olarak adeta reklamı yapılan hırsızlar; “defter affı gelecek, borç yapılandırması gündemde” diyerek vergi vermeyen zenginler ve esnaflar; “imar affının eli kulağında” diye şehir çeperlerinden sahillere, ormanlardan yaylalara kadar umumun müşterek malı olan ve hazine arazileri denilen topraklara “sözüm ona gecekondu” villaları diken yağmacılar, hülasa her türlü gayrı meşruluğu yol ve huy edinenler neden hiç eksilmiyor, hatta gün geçtikçe hızla artıyor? Tüm bu soruların cevabını Türkiye’nin hukuk sisteminde, o hukukla keyfine göre oynayan siyasi iktidarlar ve emirlerindeki üst bürokrasinde aramak gerekir.
Öncelikle dikta dönemlerinin hukuk ve adalet anlayışını dışarıda tutmak mecburiyeti vardır. Zira totaliter, otoriter idarelerde ve darbe dönemlerinde milli iradenin temsilinden söz edilemeyeceği için devlet organlarının ve bürokrasinin bizzat kendisi sabıkalıdır. Halkına, halkının inançlarına, örf ve adetlerine saygı göstermeyen, hatta suç sayan anlayışları bu değerlendirmenin haricine almak gerektiğini tekrar tekrar hatırlatmakta fayda vardır. Sözümüz, tam olmasa da demokratik usullerle iktidara gelen ve mili iradeyi temsil eden iktidarlaradır.
Bu iktidarlar yaptıkları her affın azınlık bir fırsatçı ve de şamatacı ve yaygaracı bir kesimi memnun ederken cemiyetin kahir ekseriyetine haksızlık ettiklerini, zulmettiklerini ve daha da ötesi sosyal ahlâkı bozarak fesat çıkardıklarını bilmiyor olabilirler mi? Daha da hazini siyasi iktidarlar yetkisiz oldukları sözüm ona bu “afları” müjde olarak ilan etmekte ve namuslu vatandaşla istihza etmektedirler.
Oysa siyasi iktidarların af konusundaki yetkileri çok sınırlıdır. Zira şahıslarına yönelik bir hakareti veya tecavüzü veya bir cinayeti affedebilirler, bu onların bileceği bir iştir ama temsil ettikleri devlete, millete, hukukullaha (ki o hukuku ammedir), hukuku ibâda, vatandaşa yapılan tecavüzleri, cinayetleri ve bilumum hukuksuzlukları affetme yetkisine haiz değillerdir. Yaşananlar ise bunun tam tersidir, temsil makamında olan seçilmişler ve onların tayin ettiği memurlar şahıslarına olan hakaretleri derhal mahkemelere taşırken, yetkisiz oldukları alanlarda bol bol aflar çıkarabiliyorlar. Af esas, ceza istisnaya dönüşüyor, suçlulara ve potansiyel suçlulara genişçe bir yol açılıyor. Gerisini katil değil, cani değil, hırsız-arsız, namussuz değil namuslu vatandaş düşünsün! Vatandaş canını ve malını koruyamayan, hukukunu savunamayan devletten umudunu kesince ya “ihkakı hak” ediyor veya buna gücü yetmezse soluğu türlü çeşit mafya çetelerinin kapısında alıyor. Ona da gücü yetmeyen o zilletin yükü altında “yaşasın cehennem” diyerek teselli buluyor.
Devlet denilen müessesenin en temel vazifesi vatandaşlarının malını, canını ve hukukunu korumaktır. Adliyeler, mahkemeler, polis, jandarma, asker gibi emniyet kuvvetleri bunun için vardır. Hizmet metotları da katili, hırsızı, mütecavizi, bilumum suç çetelerini yakalamadan önce onların yollarını kapatmak yani suçu önleyici tedbirleri baştan almaktır. Her şeye rağmen suç işleyenleri de en sert şekilde cezalandırmaktır. Eğer katile “istediğin kadar öldür” ben seni en fazla müebbet hapisle cezalandıracağım dersen katile peşin olarak “ucunda ölüm yok ya!” cesareti vermiş olursun. Eğer imar affı, defter affı, borç affı, hülasa her işlenen suça af getirirsen sosyal çürümeye davetiye çıkarır namuslu insanlara aptaal muamelesi yaparak onlara hayatı zorlaştırmış olursun.
Hukuk sistemini iyileştirmek için yapılan bilmem kaçıncı yargı paketlerinde bu meselelerin de nazarı dikkate alınması dileğiyle.