
Prof. Dr. Mahmut Bozan
Ülkemizde İngiltere kraliçesi olarak bilinen 2. Elizabeth 96 yaşında 70 yıllık saltanatın ardından 8 Eylül 2022 tarihinde öldü. Saltanatının şümulüne bakıldığında sadece İngiltere değil aralarında Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda’nın da olduğu İngiliz Milletler Topluluğu üyesi 16 ülkenin de 1952 yılından beri kraliçesi idi. 2. Elizabeth sadece bir kraliçe değil aynı zamanda İngiliz kilisesi demek olan Anglikan kilisesinin de başı idi. Yani bir nevi Osmanlı Devletindeki Halifenin benzeri bir konumu ve nüfuzu vardı. Binaenaleyh Birleşik Krallık veya bizim ifademizle İngiltere ne bir cumhuriyet ne de laik bir ülke idi. Ölümünün başta İngiltere ve İngiliz Milletler Topluluğu üyesi olmak üzere tüm dünyadaki yankılarına hepimiz şahit olduk. İngiltere hemen matem havasına bürünürken TV sunucuları siyahlar giymiş ve ülkemizden hızını alamayan bir hanım haber sunucusu da o gün siyahlar giyerek o mateme iştirak etmişti.
2. Elizabeth 10 gün süren matemin ardından 19 Eylül 2022 tarihinde Windsor Kalesi’ndeki St. George Şapeli’ne (küçük kilise) gömüldü. Anadolu Ajansının haberine göre Yaklaşık 2000 davetlinin katılımıyla düzenlenen cenaze töreninde 500’e yakın ülke lideri ve üst düzey isim yer aldı. R. Tayyip Erdoğan cenazeye haklı ve isabetli olarak katılmadı, çünkü bazı devlet başkanlarına özel arabalarıyla cenazeye iştirak sağlanırken Türkiye’nin de içinde bulunduğu “diğer” ülke başkanlarına cenazeye otobüsle gelebilecekleri şeklinde bir ayrım yapılmıştı.
2. Elizabeth’in ölümünün ardından bizimle de alakalı bazı sorulara cevap aramak gerekmektedir. Birincisi Osmanlı Devleti de Birleşik Krallık gibi cihanşümul bir devlet idi, ikisi de dağıldı. Osmanlı Devleti isyanlar, ihtilâller ve nihayet 1. Dünya Harbi ile atomize oldu ve bünyesinden 30 küsur devletçik çıktı. Sadece dağılmakla kalmadı, bu devletçiklerden özellikle de halkı Müslüman olanlarla araya onulmaz bir husumet girdi. Pay-i Tahtın hilafet yetkisi de ortadan kaldırılınca İslâm dünyasında Türkiye’ye karşı bir küskünlük doğdu. Totaliter bir cumhuriyet rejiminin “batılılaşma ve modernleşme” adına halka rağmen yaptığı devrimler ile Fransa’nın Cezayir’de uyguladığı tipte bir laiklik anlayışıyla içeride İslâmî değerleri tezyif etmesi, sadece hariçte değil dâhilde de bir soğumaya yol açtı. Hakaret ve aşağılamalar sadece saltanata değil, hilafete de üstelik devlet kurumları eliyle yapıldı. İslâm ülkeleri ile ticaret bile yapılamaz oldu. Çok zengin enerji kaynaklarına sahip olan İslâm ülkeleri Batı’nın sömürgelerine dönüştü. Bir asır sonra bile Osmanlı düşmanlığı şeklinde özetlenebilecek bu hastalıklı anlayışın İzmir belediye başkanı ağzından tezahür edebilmiş olması düşündürücüdür. Bizdeki bu anlayışa karşılık yıllarca sömürdüğü ülkelere güya bağımsızlık verildikten sonra bile üzerlerine İngiliz Milletler Topluluğu (Commonwealth) adıyla yeniden oturan ve hakiki batılı olan İngiltere ne yaptı? Tacı mı bıraktı? Hayır. Bir nevi hilafet uygulaması olan Anglikan kilisesinin başı olmaktan mı vaz geçti? Yine hayır. Avrupada yüzyıllarca süren din savaşlarının acısınını hatırlayarak laikliği mi kabul etti? Yine hayır. Peki, İngiltere demokratik, modern ve batılı bir devlet vasfını kayıp mı etti? Yine hayır. O zaman sormazlar mı 2. Abdülhamid’in 1876’da kurduğu ve 1908’de yeniden yapılandırdığı meşrutiyetin Birleşik Krallıktaki yapıdan idari mânada ne farkı vardı ki üzerine bu kadar kin kusuldu ve reddi miras edildi? Neden hâlâ bir kesimde bugün bile İngiliz hayranlığı ile Osmanlı düşmanlığı devam ediyor?
Tüm bunlar milletimizin ne isteği, ne de günahıdır. Enerjimizi tüketen ve sürekli bir iç kanamaya yol açan geçmiş ve tarih düşmanlığının kökünde itiraf etmek gerekir ki ülkemizde vaktiyle köşeleri tutmuş batıcı egemen kesimlerin İslâm nefreti yatmaktadır. Bugün dışarıda sıkça rastlanan İslâmofobinin onlardan geri kalmayanı fosilleşmeye başlasa da içimizde yaşamaktadır.
İkinci temel soru ise İngiliz tahtının gücüdür. İngiliz tahtının gücü bugüne kadar nasıl korunabilmiştir? Biz ise neden mahrum bırakıldık? Kim iyi yaptı, kim kötü yaptı? Saltanat sembolik hale getirilip Hilafetle devam edebilirdi veya en azından hilafet devam edebilirdi. Bunun tartışılmasına bile rıza göstermeyen azgın azınlıkların var olduğu elbette sır değil. Ayrıca saltanat İslâmın mecbur ettiği bir idare tarzı da değil. Ancak hariç de değil. Aslolan ma’şeri vicdanın rızası (biatı veya bugünkü manada oy vermesi) ile idarecilerin ve meşveret meclisinin teşkili, ülke idaresinde adalet ve devlet umurunun ehil ellere tevdi edilmesi yani liyakatten taviz verilmemesidir. Devletlerin adı veya idare tarzı şu veya bu olabilir. Nitekim monarşi ile idare edilen İngiltere’nin demokrasisi cumhuriyetle idare edilen Fransa’dan geri sayılmıyor. Osmanlı DEvletinden Türkiye Cumhuriyetine geçişte yapılan hatayı İngilizler yapmamıştır. Bugün İngiliz kralı olan 3. Charles anası gibi Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda başta olmak üzere 16 devletin de devlet başkanıdır. Bu devletlere başbakan atamaktadır. Birleşik Krallığın parçası sayılan bu 16 devlet Britanya Kraliyet ailesinin yönetimindedir. Bu ülkelerden biat alan Kral 3. Charles devlet başkanı görev ve yetkilerini, kendisi tarafından atanan genel valiler aracılığı ile sürdürmektedir. Bunun yanında kralın Anglikan kilisesinin başındaki dini liderliği de devam etmektedir. Ayrıca kral 37 ülkeden müteşekkil İngiliz Milletler Topluluğunun da başkanıdır. İngiliz Milletler Topluluğunun ekseriyeti Britanya İmparatorluğu’nun eyaleti veya sömürgesi olmuş ülkelerdir ve kendi rızalarıyla bu topluluğun bir parçası olarak kalmaya devam etmektedirler. Biz ise yanı başımızdaki Suriye, Irak, Mısır, Suudi Arabistan ve diğer körfez ülkeleri ile bile ihtilaflarımızı halledemedik. Oralarda da İngiliz’in ABD’nin ve diğer batılı ülkelerin parmakları, güçleri ve etkileri bizden daha fazla.
Kim iyi yapıyor? Kim kötü yapıyor?