Prof. Dr. Mahmut BOZAN
Osmanlı Devletinde müstakil bir sancak olan Kudüs, 1917 yılında İngiliz hâkimiyetine girdikten sonra emperyal siyasetin İslâm dünyasına yönelik bir aracı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Sanayi inkılabı ile teknolojik üstünlüğü ele geçiren Avrupa devletleri özellikle silah ve askeri güce dayalı bir yayılma siyaseti izlemeye başlamışlar ve bunu devletleri bünyesinde müstemlekât nâzırlığı (sömürge bakanlığı) adı altında kurumsal yapılara bağlamışlardır Ele geçirilen ülkelerin sadece iktisadi kaynakları sömürülmekle kalınmamış, orada yaşayan insanların tüm hakları ellerinden alınarak önlerine ‘kırk katır veya kırk satır’ kabilinden üç tane tercih hakkı konulmuştur. Birincisi tanassur etmeleri yani Hıristiyan olmaları, ikincisi o bölgeyi terk etmeleri, üçüncüsü ise yok edilmeleri yani öldürülmeleri idi. Bunlar içerisinde insanlara en kolay gelen şık her şeylerini arkada bırakarak göç etmek olmakla birlikte bazen ona da fırsat verilmemiş, hatta zor ve şiddet kullanılarak Hıristiyanlaştırılanlar da sürekli bir baskı ve denetim altında kalmaktan, sistematik bir işkence ve yok etme politikalarından bir türlü azade olamamışlardır. İspanya Moriskolarının tarihi buna şahittir.
İşte Batı’nın bu siyaseti Şam eyaletinin vilayetleri için de cari olmuş, Kudüs sancağı Yahudilere yurt olarak tahsis edilmiş, 1947 yılında BM’nin paylaşım planını müteakip 14 Mayıs 1948 yılında İsrail adında bir kurmaca devlet ortaya çıkmıştır. “Müslüman arzında fesat çıkarmak” amacıyla kurulan bu devleti ABD’nin 11. dakikasında tanıdığını açıklaması “perşembenin nasıl geleceğini çarşambadan” ortya koymuştur. Nitekim de öyle oldu. ABD’nin 51. Eyaleti olarak isimlendirilen İsrail, dünyadaki tüm Yahudilerin vergi, bağış, yardım veya değişik isimler altında destek sağladığı, ayrıca her sene ABD bütçesinden resmi olarak üç milyar dolar para yardımı alarak varlığını idame ettirdiği bir devletçiğe dönüşmüştür. Yüksek teknoloji, nükleer silah ve hepsinden mühimi yaptığı tüm haydutluklara göz yumulan, belki daha doğru bir ifade ile eşkıyalığı teşvik ve teşci edilen bir kurmaca devlet, İslam dünyasında fesat çıkarma sorumluğunu üstlenmiş durumdadır.
Üstte görülen harita İsrail’in nerden nereye geldiğini açıkladığı gibi, nereye gideceği veya nereye gitmesi için teşvik edildiği hakkında da bir fikir vermektedir. İşin özü; İsrail’in Filistin’i yutmakla doymayacağı aşikâr olmakla birlikte daha fazla büyümesinin mümkün olamayacağı, binaen aleyh çevresindeki ülkelerin ya parçalanarak İsrail cesametine yaklaştırılacağı veya kendi tipinde terörist ve haydut devletçikler kurdurulacağı ve İslam ittihadının elden geldiği kadar geriye atılacağı bir plânda düğümlenmektedir.
Son yaşanan hâdiseler ne ilkti, ne de son olacaktır. Başta ABD ve AB olmak üzere tüm Hıristiyan dünyası ölen Müslümanları suçlayacaklar, Yahudilerin arkasında saf tutacaklar, destek olacaklardır. Öyle ise yapılması gereken şudur. İslâm ülkeleri yeni bir strateji belirlemeli; bu çerçevede İslâm İşbirliği Teşkilatını canlı bir bünyeye kavuşturmalı, ABD ve Avrupa devletlerinin patronajında olan sözde uluslararası kuruluşlardan tedrici bir şekilde ayrılarak kendi teşkilatlarını kurmalıdır. Hem onlara bütçe sağlamak ve kendine atacağı kurşun için para vermekten kurtulmuş olurlar, hem de dünya siyasetinde kendini ABD ve AB’ye mecbur hisseden ülkelere alternatif bir tercih sunarlar. Nitekim BM genel kurul toplantılarında bunun işaretleri alınmaktadır. Çin ve Rusya gibi kendini Batı’ya rakip olarak gören ülkeler için de dengeleyici bir unsur olurlar. An şart ki, İslam dünyasındaki Müslüman halkların birlikteliği devlet idaresindekilere de sirayet etsin ve bir mâkes bulsun.