Prof. Dr. Mahmut BOZAN
Makalenin ciddiyetine gölge düşürmesini istemem ama başka türlü anlatması da kolay değil. Siyaset bilimi kayıtlarında başkanlık sistemi, parlamenter sistem, meclis hükûmeti sistemi, hatta melez sistemlerden yarı başkanlık sistemi de bulunuyor fakat güçlendirilmiş/iyileştirilmiş parlamenter sistem diye bir sistem yok. Yukarıda sayılan tüm idari sistemlerin ülke uygulamalarında bazı farklılıkları bulunabilir. Fakat bu farklılıkları ayrı bir idari sistem gibi takdim etmek zorlama bir tavırdan öte gitmez.
Bugün Türkiye’de muhalefet partilerinin üzerinde ittifak ettikleri hükûmet sistemi Nasreddin Hoca’nın “kar helvası” fıkrasına dönmüş durumdadır. Muhalefet partilerinin acz içerisinde bula bula buldukları “güçlendirilmiş, iyileştirilmiş, yandan çarklı ve dahi payandalı” parlamenter sistem sadece çaresizlikten yapışılan bir siyasi polemikten öte bir mâna taşımamaktadır.
Tarihe bir kayıt düşmek için burada iddia ediyorum ki, eğer muhalefet 2023 seçimlerinde farzı muhal cumhurbaşkanlığı seçimini kazansa bu güçlendirilmiş parlamenter sistem tartışmaları bıçak gibi kesilecektir. Tıpkı büyükşehir belediyelerinin kurulmasında yaptıkları “ülke elden gider, bölünür, parçalanır, bu iktidar vatanı satıyor vs. vs.” yaygaraların bazı büyükşehir belediyelerini muhalefetin kazanmasından sonra hızla unutulması ve unutturulması gibi. O günlerde yapılan tartışmalara bakıldığında muhalefetin ve “muhalefetin megafonu” olan bazı akademisyenlerin esip savurmalarının tıpkı bugünlerde yapılan güçlendirilmiş parlamenter sistem çağırılarına ne kadar benzediği açıkça görülecektir.
2023 Cumhurbaşkanlığı seçimleri henüz ileride olduğu için kimin kazanacağına yönelik tahlilleri bir tarafa bırakarak şu kadarını söylemekle iktifa edelim. Çok partili hayattan günümüze kadar tek başına iktidara gelemeyen CHP’nin muhalefeti kendi liderliğinde organize ederek iktidar arayışına girmesi gayet mantıklı görünmektedir. Zira halkın ancak beşte birinin oyunu alabilen bir parti için başkaca bir çıkış yolu yoktur. Çok basit bir şekilde İstanbul ve Ankara büyükşehir belediyelerini alma taktiğini cumhurbaşkanlığı için de kullanmak istemektedir. İyi de omuzuna basılan “bizim mahallenin” çocuklarının derdi ne ola ki? Haydi Karamollaoğlu CHP’ye vaktiyle payanda olan MSP geleneğinden geldiği için mâzurdur. Akşener de siyasi çizgi olarak CHP ile uyuşabilir. Peki, Davutoğlu ve Babacan’a ve onun fahri başkanı olan Abdullah Gül’e ne demeli? Eğer şahsi bir rekabetten öte ciddi bir görüş olarak parlamenter sistemi savunuyorlar ise büyük bir yanılgı içinde olduklarını söyleyebilirim.
İdareler teklik üzere, meclisler çokluk ve çeşitlilik üzere hayat bulur. Yapılması gereken şey başkanlık sistemine karşı çıkmak değil, sistemin aksayan yönlerini düzeltmek için teklif ve önerilerde bulunmaktır. Bugün başkanlık sistemi ile “yönetimde istikrar” sağlanmıştır ancak “temsilde adalet” sağlanamamıştır. Çünkü eski sistemden kalan %10 seçim barajı kaldırılmamıştır. Sokağı kargaşadan halas edecek olan şey seçim barajının kaldırılması ile her neviden toplum kesimlerinin meşru ve kanunlara riayet ederek TBMM’de temsil edilmesidir. Suç işleyenlerin yakasına yapışacak bir yargı ve emniyet gücü istismarlara kapıları kapatacaktır.
Başkanlık sisteminin iyileştirilmesi için tekliflerde bulunmak sadece muhalefet partilerine bırakılamaz. Biz de buradan başkanlık sisteminin demokratik kimliğini güçlendirmek için seçim kanununda mutlaka değişiklik yapılmasını teklif ediyoruz. Mevcut uygulama parti genel başkanlarının eline bırakılmış, halkı figüranlığa mahkûm eden sahte bir demokrasiden başka bir şey değildir. Yani milli irade parti genel başkanlarının elinde esirdir. Onların aday gösterdikleri seçilmekte, aday göstermedikleri ise seçilememektedir. Seçilen bendeler veya sözüm ona milletvekilleri ise milletin değil parti genel başkanının vekilleridir. İşte muhalefetin karşı çıkması icabeden ve gündemden hiç düşürmemesi gereken husus budur; vekilleri milletin temsilcisi haline getirmek. Bunun yolu da seçim kanununu değiştirerek, nisbi temsil sistemi yerine dar bölge çoğunluk sistemini kabul etmektir. Ayrıca parti genel başkanlarının “ulufe dağıtma” aracı olarak kullandıkları 600 milletvekilliğini en fazla 400’de tutmaktır. Bu uygulama ile ülke 400 seçim bölgesine ayrılacak, her bölgeden sadece bir milletvekili seçilebilecektir. İşte o zaman parti başkanları demokrasisi tam olarak sıfırlanmasa da büyük oranda ortadan kalkacaktır. Tıpkı belediye başkanlarının seçilmesi gibi, halk kimi seçtiğini bilecek, ona göre oy verecektir. Üstelik parti üyeliği olmayan adaylar da diğerleri ile rahatlıkla yarışabileceklerdir.
Gelelim başkanlık sistemine yapılan itirazlara. Başkanlık sistemine karşı çıkışın iki temel sebebi olabilir. Birincisi bilgi eksikliğidir. Bunu telafi için hükumet sistemlerini kısaca gözden geçirmek faydalı olabilir. Önce parlamenter sistemi ele alalım. Diğer adı başbakanlık sistemi olan bu uygulama İngiliz menşeli olup temelde “taçlı demokrasiler” için câridir. Zira taç sabit olup, seçim yoluyla değil irsi olarak değişir. Haliyle demokrasinin bir gereği olarak halkın hükumeti seçmekten başka bir çaresi yoktur. İngiltere’de kral/kraliçe var olduğu müddetçe hiç kimse başkanlık sistemini savunamaz. Nitekim 1. Meşrutiyet döneminde de Osmanlı Devletinde parlamenter sistem câri idi. Bugün birçok Avrupa ülkesinde ve Japonya’da parlamenter sistem uygulanmaktadır. Tacın yerine cumhuriyetin konulduğu Almanya gibi bazı demokratik ülkelerde de sembolikleştirilen cumhurbaşkanlıkları yanında şansölyelik makamı gibi ortağı olmayan, güçlü başbakanlık sistemleri bulunmaktadır.
İkinci hükûmet sistemi ise tacın olmadığı ülkelerde cumhurbaşkanlığı ile başbakanlığın birleştirildiği başkanlık sistemidir. Bu sisteme Amerikan sistemi de denilmektedir. Büyük Britanya’dan istiklâliyetini alan ABD, sert kuvvetler ayrılığının uygulandığı başkanlık sistemini tercih etmiş ve hiç değiştirmeden bu güne kadar onunla gelmiştir.
Üçüncü sistem ise başkanlık ve parlamenter sistemin melezi olan “yarı başkanlık” sistemidir. Bu sistem ise iki büyük devlet arasında var olma uğruna Fransız kibrini yansıtan yarı başkanlık gibi bir garip sistemdir. Yine de bu sistemde başkan terazide bakanlar kuruluna ağır basmaktadır.
Dördüncü sistem ise meclis hükumeti sistemi olup indelhâce geçiş dönemlerinde kısa süreliğine uygulanmıştır. Bu sistemde tüm yetkiler mecliste toplanmakta, meclisin seçtiği meclis başkanı aynı zamanda devlet başkanı ve hükumet başkanı olarak görev yapmaktadır. Bakanları da meclis seçmekte ve azledebilmektedir. Bu sistemin ecnebi uygulamalarında yargı hariç tutulmuşken Türkiye uygulamasında yargı yetkisi de meclis tarafından kullanılmış, 1925 yılında çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunu ve İstiklâl Mahkemeleri ile hukukçu olmayan bazı kimselerin elinde nice canlar yakılıp, nice cinayetler işlenmiştir. Ona da totaliter yönetimde Türkiye farkı denilebilir.
Bu dört hükûmet siteminin tamamı da Osmanlı Devletinden günümüze kadar bu ülkede uygulanmıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra çok partili hayata geçinceye kadar uygulanan totaliter ve otoriter siyasi yapı hariç tutulursa, daha sonraki dönemlerde vesayet altındaki parlamenter sistem, 1980 askeri darbesi ile kurulan gayrı resmi yarı başkanlık sistemi ve nihayet 2018 yılından beri uygulanan başkanlık sisteminin hepsi için ülkemiz bir laboratuvar hizmeti görmüştür.
Eğer ülkemizde padişahlık devam ediyor olsa idi, parlamenter sistemden başka bir sistemi değil tartışmak, ağıza bile alınması İngiltere örneğinde olduğu gibi abes olurdu. Padişahlık kaldırıldığına göre olması gereken en uygun idari yapı başkanlık sistemidir. Kaldı ki Müslümanlar için en temel referans kaynağı olan “Asr-ı Saadetteki” İslam’ın ilk uygulamaları da başkanlık sistemi şeklindedir. Devlet başkanı olan Halifeler biat sistemi denilen bir nevi seçimle gelmektedir.
Yüz yıllık tecrübemiz de göstermektedir ki başbakan ve cumhurbaşkanı arasında paylaştırılan yönetim millete hayır getirmemiş, siyasi istikrarsızlıklar içinde ülkemize pahalıya patlamıştır. Özellikle Menderes dönemi çoğunluk sistemi ile seçilen hükûmetlerin sağladığı istikrar; milletin kendilerini ebediyyen seçmeyeceğini anlayan totaliter, otoriter ve demokrasiye hiç inanmayan azınlık bir siyasi parti için karın ağrısı olmuş, 1960 askeri darbesi ile çoğunluk sistemi yerine nisbi temsil sistemi getirilerek tek başına gelemedikleri iktidara bir şekilde iktidar ortağı olarak gelme umutlarını arttırmıştır. Bu sebepledir ki demokratik ülkelerde uygulanan çoğunluk sitemine de, dar bölge çift turlu çoğunluk sistemine de karşı çıkmaktadırlar.
Başka bir garabet ise mahalli idarelerde yaşanan hatta kuvvetler birliği şeklini almış olan belediye başkanlarının seçimine kimsenin ses çıkarmamasıdır. Türkiye’de tüm belediyelerde başkanlık sistemi uygulanmaktadır. O kadar ki belediye başkanı aynı zamanda belediye meclisinin ve encümenin de başkanıdır. Yani bir nevi meclis hükumeti sistemi gibi kuvvetler birliği esasına göre çalışmakta ve seçilirken de salt çoğunluk değil, basit çoğunluk esasına göre seçilmektedir. Mahalli idarelerdeki bu durumu “diktatörlük” olarak yorumlayan ve karşı çıkan bir siyasi parti var mıdır? Belediye meclisleri neden başkanlarını seçememektedir? Eğer bunlar normal hatta çok iyi ise neden ülke geneli için kuvvetler ayrılığının en güçlü şekli olan ve sadece yürütmeyi deruhte eden başkanlık sistemi farklı şekilde değerlendirilmektedir?
Son olarak kar helvasına tekrar dönelim. Bugün yedi benzemez nasıl oluyor da bir sürü sıfatlarla kamufle etmeye çalıştıkları parlamenter sistemi savunmada benzer oluveriyorlar? Haklarını da yemeyelim, onlar “zinhar biz eski parlamenter sistemi değil, güçlendirilmiş, iyileştirilmiş parlamenter sistemi savunuyoruz” diyorlar. Ağızlarına sakız ettikleri bu ucubenin çıplak parlamenter sistemden tek farkı kurucu güvensizlik oyu dedikleri parlamentodaki çoğunluğun sadece hükümeti düşürmek için değil, yeni hükumeti kurmak için de mutabakat yapma mecburiyeti olmasıdır. Yani meclisin yeni başbakan üzerinde anlaşmadan mevcut başbakanı düşürememesi. Ortada parlamenter sistem bütünüyle duruyor ama onlar siyasi sistemin tüm sıkıntılarını güya böylece aşmış oluyorlar. Yahu halkın meclisi seçtiği gibi cumhurbaşkanını da seçmesine neden karşı çıkarsınız? Dertleri Ali sevgisi değil, Ömer düşmanlığı! Onun için de takiyyeden kurtulamıyorlar.