
Kaynak: Anonim
Prof. Dr. Mahmut BOZAN
PKK’nın kurucu lideri Abdullah Öcalan ikinci defadır PKK’ya silah bırakma çağırısında bulunuyor. 2013-2015 yılları arasında Öcalan’ın silah bırakma çağırıları Suriye’deki “kanton” icatları ve Türkiye’deki çukur eylemleri arasında kaybolmuştu. Dahilde “biz sırtımızı PKK’ya dayamışız!” diyen bir parti ve “seni cumhurbaşkanı yaptırmayacağız!” diyen PKK emrinde bir parti başkanı vardı. Bu sefer tüm siyasi sorumlulukları üstlenerek PKK’nın kendini feshetmesi gerektiğini ifade eden bir Öcalan var. Asında iki dönem arasında bölgede yaşanan değişiklikler dışında dünyada değişen pek fazla birşey yok. Öcalan’ın ilk çağırısında da dünyada soğuk savaş dönemi sona ermişti, ülkemizde de başta ifade hürriyeti olmak üzere temel hak ve hürriyetler üzerine konulan yasaklar kaldırılmıştı. Ancak terör yoluyla Türkiye’ye dayatılan, Türkiye’yi bölmeyi amaçlayan emperyalist proje ve başta ABD, İsrail ve bazı Avrupa ülkelerinin patronajı ve destekleri halen devam etmektedir. O zaman farklı olan nedir?
Elbette ki farklı olan Türkiye’nin yaşadığı siyasi, idari, teknolojik ve savunma sanayiinde yaşanan değişimler ve gelişmelerdir. Buna ilave olarak Suriye’de Baas rejiminin çökmesi, Esed’in Rusya’ya kaçması, Türkiye’nin müzaharetiyle Suriye’de demokratik, üniter bir devletin kurulmaya başlanmasıyla ortaya çıkan yeni durumdur. Her yönden sıkışan ve nefes alamaz hale gelen KCK-PKK ve bileşenleri için yolun sonunun görünmesidir. İşte tüm bu sebepledir ki gidişatın akıbetini gören Öcalan, siyasi iktidarın çağırısını da bir fırsat olarak değerlendirmiştir.
Öcalan, yanılgılarını ve etkisinde kaldıkları reel-sosyalist sistemin 1990’larda çöktüğünü, aşırı milliyetçi savruluşunun zorunlu sonucu olan; ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler gibi taleplerin tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamayacağını, binaenaleyh PKK’nın savunacak bir görüşü kalmadığını, boşa düşüp kendini tekrar ettiğini beyan ile 40 yıl sonra bazı hesaplamalara göre 2 trilyon dolarlık maddi kayıp, can kaybı ve ölçülemeyecek kadar mânevi kayba sebep olduktan sonra, yok oluşun eşiğinde nedamet edip “tüm grupların silah bırakması ve PKK’nın da kendini feshetmesi” çağırısında bulunmaktadır.
Zararın neresinden dönülse kârdır. Devlet Bahçeli’nin aleni çağırısı ve Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ın tasvibi ve tahkimi ile başlatılan bu yeni süreç köprüden değil “uçurumdan önceki son çıkıştır.” Çıkanlar kurtulacak, çıkmayanlar ise uçurumla yüzleşeceklerdir. Nitekim İktidarın beyanları da ABD’ye cüz’i bir ücret karşılığı paryalık yapacaklara, soykırımcı İsrail’in amaçlarına hizmet edeceklere ve Öcalan’ın tabiriyle “Türkiye’yi bölmeyi amaçlayan emperyalist proje” için çalışacaklara hayat hakkı tanınmayacağı yönündedir.
Bu çağırı öncelikle halkımız ve onun bir parçası olan Kürtler tarafından genellikle müsbet karşılanmıştır. Şahsi menfaatini millet mazarratında gören bazı çevrelerin hoşnutsuzluk beyanları sonucu değiştirmeyecektir. Ancak bunlar içerisinde bazı akademik çevreler Öcalan’ın çağırısındaki “idari özerklik” kavramını tırnaklayabilirler. Gerekçe olarak da mevcut anayasada yerel yönetimlerin tüzel kişiliği, idari ve mali özerkliği haiz olduğu beyanını ileri sürebilirler. Öcalan’ın bu ifade ile neyi kastettiğini bilmemesi mümkün değildir. Zira anayasada yerel yönetimlerle ilgili bu hüküm ortada dururken PKK partilerinin “ille de demokratik özerklik” diye bağırmalarının idari adem-i merkeziyet için değil, siyasi ademi merkeziyet için olduğunu ve federe devlet istediklerini pekâlâ biliyordu. Bunu tüm PKK destekçileri ve akıl dâneleri de biliyor ama ifadelerini perdelemek için “demokratik özerklik[1]” gibi bir ifade ile yumuşatmaya çalışıyorlardı.
Nitekim sık sık kurdukları partilerin adına bir demokrasi kelimesi sıkıştırmaları, hatta Suriye’deki PKK yapılanmasını da “Suriye Demokratik Güçleri” (SDG) olarak değiştirmeleri aynı gayeye matuftu. Kısaltması DEM olan şimdiki partilerinin adının da “Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi” olması demokrasi kavramını hangi amaçla kullandıklarını ortaya koymaktadır. Bu kullanım ABD’nin de yabancı olmadığı, mesela Irak’ı işgal ederken, yakıp yıkarken ve insanlarını öldürürken kullandığı bir kavramdı. Bu sebeple Suriye’deki taşeron örgütün kendi adını SDG olarak değiştirmesini “harika bir çözüm” olarak değerlendirmişlerdi. Bu sebeple bazı akademisyenlerin sureti haktan görünüp “idari özerkliğe bile karşı olan Öcalan” üzerinden meseleyi başka mecralara çekme ve sulandırma taktiklerine itibar edilmemelidir.
Öcalan’ın çağırısına DEM Partisi de destek vermektedir. Nitekim Öcalan ziyaretinde DEM Parti milletvekilleri Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan’la beraber, yerine kayyım atanan Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk, DEM Parti Eş Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan, Öcalan’ın avukatı Faik Özgür Erol ve DEM Parti milletvekili ve Öcalan’ın geçmişte avukatlığını yapmış Cengiz Çiçek de bulunmuşlar, şu ana kadar da çağırıyı ret amacıyla istifa eden herhangi bir parti üyesi görülmemiştir.
Öcalan’ın çağırısına Irak ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi de destek vermektedir. İran resmi haber ajansı da yasak savar kabilinden “İran’ın çağırıyı müsbet karşıladığını” bildirmiştir. Etkisiz eleman rolündeki Avrupa ise ABD’nin baskısı altında kendi dertleri ile meşguldür. ABD’den kayd-ı ihtirazi ile yapılan beyanatlar Suriye’den elini çekmediğinin işareti olarak yorumlanabilir. Nitekim Suriye’deki PKK bileşenleri bu duruştan cesaret alarak kendisini ayrıştırmaya çalışmaktadır. Kendine isim yakıştırmada mahir Abdi Cilo’nun son beğendiği ismiyle “Mazlum Kobani” veya Trump’ın sıfat zammıyla ‘General Kobani’ “..bu iş bizi kapsamıyor” diye sıyrılmaya çalışırken, Öcalan’ın “Tüm gruplar” ifadesini görmezden gelmekte, devekuşu taklidi yapmaktadır. Kafasını kuma gömse de gövdesi dışarıdadır ve İHA’lı, SİHA’lı Mehmetçiğin hedefindedir. Efendisi ABD ve kâhyası İsrail de onu kurtaramayacaktır. PKK’nın kurucusu bile yaptıklarını hata olarak değerlendirip reel sosyalizm afyonu ile emperyalistlerin oyununa geldiklerini ifade ettiği bir zeminde “Trump’ın generaline” pek de söz hakkı kalmamaktadır.
Hülasa Öcalan’ın çağırısı dâhilde müsbet şekilde yankılanmış ve hüsnü kabul görmüştür. Devlet, siyasi iktidar, Cumhur İttifakı, DEM ve CHP başta olmak üzere tüm siyasi partiler ve saplantıları olan sekter gruplar hariç tüm sivil toplum örgütleri süreci desteklemektedir. Şimdi sıra KCK, PKK ve bileşenlerindedir. Çözüm Sürecini vaktiyle yaptıkları gibi “efendilerinin kesin talimatıyla” berhava edeceklerin kaçacağı yer ve sığınacakları bir güç kalmamıştır. Eğer öyle düşünüyorlarsa “uçurumdan önceki son çıkışı” kaybetmişler demektir. Onlara Suriye’den kovdukları Kürtler bile acımayacaktır.
[1] PKK’nın özerklik anlayışı ve demokratik özerklikle neyi kastettikleri hakkında detaylı bilgi için bkz. file:///C:/Users/BARU/Downloads/Pkk%20ve%20zorlama%20bir%20talep%20demokratik%20%C3%B6zerklik-2.pdf