Prof. Dr. Mahmut BOZAN
Türkiye’de bahar mevsimi kimilerinde farklı hisler uyandırıyor. Tabiat kışın ardından dirilip yeşerirken bazı hazan mevsimi bedbinleri zümrüt yeşili dağlardan çığ hasadı yapmaya çalışıyorlar. Ola ki tepeden harekete geçirebilecekleri bir kar yığınının aşağı doğru tekerlenirken belki de bir çığa dönüşebileceğinin hayalini kuruyorlar. Belli ki geçmişte damaklarında bir darbe tadı kalmış, ülke zarar ve kayıplar yaşarken onlar müstefit olup yeşermişler. Şimdi ise bir darbe kotaramazlarsa bile ahir ömürlerinde en azından bir “kahramanlık” duygusunu yaşamak istiyorlar.
Türkiye totaliter ve otoriter rejimlerden çok partili hayata kapı aralamakla birlikte demokratik bir sisteme geçişte çok sıkıntılar yaşadı. Milli irade asker ve sivil bürokratların vesayetinden yakasını uzun yıllar kurtaramadı. Tek partili dönemin yetiştirdiği asker-sivil bürokratlar, akademisyenler hep memleketin “alikıran-başkesen”i oldular. Yapılan darbe anayasaları ile kendilerini garantiye alacak vesayet müesseseleri kurdular, bin düğüm attıkları “kanun devleti”nde hak ve hukuka geçit vermediler. Ne zaman milli irade yöneticilerini seçecek olsa ya astılar, ya suikastlara maruz bıraktılar, ya sürdüler. Asla seçilmişlere itaat etmek istemediler. Kendilerini hancı ve asıl, milli iradeyi yolcu ve füruat olarak gördüler.
Dünya değişti, kutupların çifti de teki de zevale yöneldi. Türkiye kabuğunu kırdı, milli irade devletin idaresinde kendisini göstermeye başladı. Totaliter cumhuriyet döneminin Batılılaştırma çabalarının sonucunda ortaya çıkan ve Samuel P. Huntington’un resmettiği “torn country” (yırtık, şizofren ülke) yerini kendi asli kimliğine dönen bir Türkiye’ye bıraktı. Ancak bunu hazmedemeyen, bedenen bu ülkeye ama zihnen batıya bağlı bir kesim ve ağırlıklı olarak da bürokrat ağırlıklı bir eski nesil direnmeye devam ediyor. Milli iradeyi sevmiyor, halkın değerlerinden hazzetmiyor, sureta demokrat, gerçekte dayatmacı ve totaliter otokrat anlayışta olanlar ne zaman bir fırsat bulsalar veya buldukları zehabına kapılsalar hemen milli iradeyi tehdide yelteniyorlar. Fikirleriyle, görüşleriyle bir parti kimliğiyle halkın karşısına çıkmaya ve milli iradenin tasvibini almaya asla yanaşmıyorlar. Önceki tecrübeleriyle biliyorlar ki milletin karşısına bir siyasi parti kimliğiyle çıktıkları zaman halk onlara itibar etmiyor.
O zaman geriye tek bir şey kalıyor, cuntacılık. Kendilerini istemeyen halkın başına zorla geçip, anayasalar, kanunlar çıkarıp, onların değiştirilmemesi için de vesayet kurumları eliyle dört bir tarafına düğümler atıp, hatta gelecek nesillerin iradesine “değiştirilmesi teklif dahi edilemez” diyerek ipotekler koyup ebediyyen yönetecekleri bir ülke hayal ediyorlar. Bu dünyadan kopuk kasıntı seçkincilerin nazarında “allâmeyi cihan” olsanız, bir ehemmiyeti yok. Kendi ideolojilerinde olmayan herkes yetersiz, cahil, yönetilmesi gereken kuru kalabalık.
İşte bu kafa ve anlayışta olan bir kısım akademisyenler, bazı silahsız bürokrat ve emekli büyükelçiler, sefirler, monşerler milli iradeye peş peşe ihtar çektiler. Daha 2021 yılının başında Boğaziçi Üniversitesine rektör tayinini bahane eden öğretim üyeleri tüm üniversitelerde uygulanan rektör tayininden Boğaziçi Üniversitesi istisna imiş gibi zırva bahanelerle kazan kaldırdılar, her gün saat 12’de arkalarını Rektörlük binasına dönerek rektör Prof. Dr. Melih Bulu’yu güya protesto ettiler. Öğrencileri tahrik edip sokağa sürmeye, kargaşa çıkarmaya çalıştılar.
Onları emekli büyükelçiler takip etti. 126 tane emekli büyükelçi 30 Ocak 2020’de yaptıkları açıklamada Montrö Sözleşmesi üzerinden siyasi iktidarı tenkit edip Kanal İstanbul projesinden vaz geçilmesi talebinde hatta tehdidinde bulundular. Onlara göre “Kanal İstanbul, Montrö Sözleşmesi’ni tartışmaya açar, o da Türkiye’nin İstanbul-Çanakkale Boğazları ile Marmara Denizi üzerindeki hükümranlığın kaybedilmesini intaç eder.” Neyse ki emekli büyükelçilerin “dağdan çığ düşürme” atışları da neticesiz kaldı.
Bu sefer meydana silahlı bürokratların emeklileri indi. Bunlar daha celalli ve öfkeliydiler. Vesayetçi seleflerine özenerek bir “bildiri” kaleme aldılar. 104 e-amiral 4 Nisan 2021 tarihinde bir “gece yarısı muhtırası” ile seçilmiş cumhurbaşkanını ve onun şahsında milli iradeyi tehdit ettiler. Sert kayaya çarpınca da bunu “fikir hürriyeti” kılıfına sokarak perdelemeye çalıştılar. Dağdan çığ kopararak sokağı hareketlendirme ve yeni yeni “gezi” hadiseleri çıkarma plânları bir kere daha akim kaldı.
Cunta heveslisi beyler! Sizin miadınız doldu. Gelen neslin kapısında durmayın. 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsüne milletin verdiği cevabı da unutmayın. Medarı iftiharımız olan ordumuzu da töhmet altında bırakmayın. Ömrünüzün son deminde müktesebatınızı vatan ve millet hesabına hayırlı işlerde kullanmaya çalışın. Milletin iradesi kimi seçerse ülkeyi onun yönetmesine rıza gösterin. Tenkit etmek isterseniz, müktesebatınızla edin ama tehdit etmeyin. Düşmanlarla hulus birliği yapmayın.