Prof. Dr. Mahmut Bozan
BAKAD Başkanı
Türkiye’nin gündemden hiç düşmeyen konularından birisi de harf inkılabı, dil devrimi, güneş dil teorisi, dilde sadeleştirme ve öz Türkçe gibi başlıklarla anılan Osmanlıca’nın yasaklanması ve yerine Latin alfabesinin konulması ile birlikte yaşanan dildeki fakirleşmedir. Bin yıllık bir medeniyetin taşıyıcısı olan ve Arap alfabesinden geliştirilen Osmanlıca bir gecede yasaklanarak yerine Latin alfabesi ikame edilmiştir. Bununla da iktifa edilmemiş, yine yüzyıllar içinde Türkçeleşen Arap ve Farsça kelimeler sırf menşeleri sebebiyle yok edilmeye çalışılmış, yerlerine de ya Batı menşeli kelimeler konulmuş veya öz Türkçe iddiasıyla kelime uydurulmuştur. Tarihe, kültüre, arşive ve umum kütüphanelere vurulan bu kilit dilde çok büyük bir yozlaşmaya yol açmış yaklaşık 60.000 kelime ihtiva eden Ferit Devellioğlu’nun Osmanlıca-Türkçe sözlüğü bile bu tahribe dayanamamış, elimizde tüm uydurukçalarıyla birlikte 6 000 kelimelik bir TDK sözlüğü kalmıştır. Bir YÖK başkanı “Türkçe bilim dili değildir” diyerek tabiri caizse tabuta son çiviyi de çakmıştır.
Bırakın sıradan bir vatandaşı, yüksek öğretim görmüş, toplumun eğitimli kesimleri bile halen Türkçeyi doğru-dürüst kullanamamaktadır. Bilimsel toplantılarda, akademide, televizyonlarda, medyada, hülasa halka açık tüm kanallarda sürekli bir dil faciası yaşanmaktadır. Tesadüf ettiğim bir akademik toplantıda güya bir aydın (!) “iki ileri, bir geri mehter yürüyüşü” diye bir ifade kullandı. Vaktiyle Peyami Safa böyle bir hadiseye rastlamış Türk Haber Ajansı’nın bir haberinde “istinaf mahkemesi” ifadesini “istinkâf mahkemesi” şeklinde yazmasına sinirlenerek dil şuursuzluğu hakkında bir makale yazmıştı[1]. Aynı hisler beni de bu makaleyi yazmaya sevk etti. Mehter yürüyüşünü bile bilmeyen aydın müsveddeleri mehteran bölüğünün “iki adım ileri, bir adım geri” gittiğini zannediyor, güya bir şeydeki ilerlemenin yavaşlığını böylece ifade etmiş oluyordu. Zahmet edip de elinin altındaki bir ekrandan mehter yürüyüşünü seyretmeyi akıl bile edemiyordu. Gerçekte ise mehteran bölüğü asla geri adım atmaz. Önünde yürüdüğü orduyu coşturacak bir musiki eşliğinde her iki adımda bir sağı, bir solu kollayarak gösterişli ve çalımlı bir şekilde yürür.
Bu vesile ile aydınlarımızın devirdiği diğer çamlara da bir açıklık getirmekte fayda mülahaza ediyorum. Bunlardan en çok duyulanı “Yiğidi öldür, hakkını yeme!” safsatasıdır. E, sorarlar adama, yiğidi öldürdükten sonra geriye ne kalır? Hangi hak ve hukuktan bahsedilebilir? “Yiğidi öldürmüş olsan bile hakkını ketm etme.” İfadesi ilmin elinden cehlin diline böylece yuvarlanmıştır. Bu garabete ilave edilecek diğer bir galat da “Eğri oturup, doğru konuşalım.” Lafıdır. Doğru konuşmak için illa eğri mi oturmak gerekiyor? Tuluat tiyatrosuna malzeme temin eden aydınlarımız “Eğri otursan bile, doğru konuş.” İfadesini “ağızlarından çıkanı kulakları duymayarak” kullanmaktadırlar.
Bu hata-savab cetvelini daha da uzatmak mümkündür, ancak yanlış kullanılan birkaç kelimeyi daha hatırlatıp bu makaleye hatime çekeceğim. Vaktiyle PKK terörünü ortadan kaldırmak için teşkil edilen heyete “âkil adamlar heyeti” deniliyordu. Bu ifadenin mânası “yiyici adamlar heyeti” demekti. Doğrusu âkıl olacaktı. Zira âkil yiyici, âkıl akıllı demektir. Yine çok kullanılan yanlışlardan birisi “hile, hud’a” yerine “hile-hurda” denilmesidir. Hud’a, aldatma, tuzak kurma demektir, hurda ise eskimiş, bozulmuş, kullanılamayacak duruma gelmiş malzemeleri ifade eder. Daha bunun gibi, özrüm var mânasına gelen “mâzurum” yerine “maruzum” diyenler, çukur açma mânasına gelen “hafriyat” yerine “harfiyat” diyenler, “mahzur” ile “mahsur”u; “tazminat”la “tanzimat”ı karıştıranlar, adem-i merkeziyeti, âdemi merkeziyet şeklinde telaffuz edenler hiç eksik değil. Akademik bir makalelerde bile onlarca imla hataları bulunuyor, özellikle de uzatma işaretlerinin atılmasıyla tam bir kaos yaşanıyor.
Buraya aldıklarım “aydın cehaleti”ni ortaya koymada denizden bir damladır. Maalesef “kamusa uzanan el, namusa uzanmış”, dilimizi kirleterek bizi lal-ü ebkem etmiştir. Bu hufreden ancak Osmanlıcayı öğrenerek çıkabiliriz.
[1] Bakınız; Safa, Peyami (1970). Osmanlıca Türkçe Uydurmaca, s. 104, Ötüken Yayınevi.