Prof. Dr. Mahmut BOZAN
Emperyalist küresel güçlerin hâkimiyetlerini sürdürmek için kullandıkları ifade ve söylemlerden birisi de hedef aldıkları devletleri teröristlikle, haydutlukla ve soykırımla suçlamalarıdır. Bu şirretliklerini ellerindeki medya vasıtaları ile propaganda ederek, akademik unsurları kullanarak ve yine kendi kurdukları insan hakları örgütlerine hazırlattıkları raporları yayınlayarak devam ettirmeye çalışırlar. Ayrıca hedef aldıkları ülkelerden ucuz fiyata hainler de devşirebilirler. Bu şekilde kurmuş oldukları tezgâhı bozmak ve yalanlarını boşa çıkarmak daha da ötesi mezalim ve vahşetlerle dolu kendi tarihlerini deşifre etmek o kadar da kolay değildir. Fakat devran dönmekte, güç dengeleri yer değiştirmekte ve “papazın her gün yahni yediği” günler geride kalmaktadır.
Osmanlı coğrafyasında kurdurdukları sun’i devletlerden Yunanistan ve İsrail’i siyasetleri için kullandıkları gibi Ermenistan’ı da farklı bir politika için kullanmaya çalışıyorlar. Her sene 24 Nisan tarihini uydurdukları “Ermeni soykırımı” yalanı üzerinden Türkiye’ye bir şantaj siyasetine dönüştürmeye çalışıyorlar. Bu hususta Hıristiyan dayanışmasından da istifade ederek bir akım oluşturma stratejisi güdüyorlar ve Türkiye’nin “tüm arşivlerin açılması, ilgili ülkelerden akademik bir komisyon teşkil edilmesi, arşivlerin incelenmesi ve gerçeklerin ortaya çıkarılması” teklifine kör ve sağır kalıp, yaygara ve propagandalarının kayıtsız-şartsız kabul edilmesini istiyorlar. Bu yolla hem Türkiye’yi baskı altında tutmak, hem dünyaya dağılan ve kimliğini kaybetmek üzere olan Ermenilere kimlik ve vücut kazandırmak hem de Ermenistan’a elleri altındaki sözde “uluslararası kuruluşlar” marifetiyle avantalar sağlamak istiyorlar.
Eğer Müslümanlarda kendileri gibi başka din ve milliyette olanları yok etme siyaseti olsaydı yaklaşık 1400 senedir Müslüman hâkimiyetinde olan Mısır’da, milyonlarca değil bir Hristiyan bile kalmazdı. Keza 400-500 sene Osmanlı hâkimiyetinde kalan Yunan, Bulgar, Ermeni, Rumen, Sırp, Hırvat vs. halklarından bir tanesi bile var olamazdı. Oysa hepsi dinleriyle, kiliseleriyle, dilleri, örf ve adetleriyle bugünlere gelebilmişlerdir. Ancak Osmanlı o topraklardan çekildikten bir asır sonra Müslümanların ne hale düşürüldüğü mâlum. 800 sene Müslüman hâkimiyeti altında kalan Endülüs’te Hıristiyanlar huzur içinde yaşarken, bugün o topraklarda bir tane bile Müslüman bırakılmamıştır. Amerika’ya ulaşan Avrupa’nın yerli halkları nasıl Hristiyanlaştırdığı, kalanını da nasıl imha ettiği kimsenin meçhulü değildir. O halde bizim ne inancımızda, ne geleneğimizde ne de insanlık anlayışımızda olmayan “soykırım” gibi bir vahşeti neden bize yamamaya çalışıyorlar? Neden bizi de Nazi Almanya’sı eşdeğeri yapma gayretindeler? Demek burada siyasi bir gayenin tahakkuku için çalıştıkları gün gibi ortadadır.
Yaşanan hadiseyi kısaca hatırlamak gerekirse, Avrupa’nın büyük devletleri ve Rusya’nın Osmanlı coğrafyasını parçalamak için kullandıkları gayrı Müslim unsurların önce “hak-hukuk” teraneleriyle ayrıcalıklı hatta üstün bir konuma getirilmesi, daha sonra reform talepleriyle muhtariyet verdirilmesi, en sonunda da kendi kontrollerinde bir devlete dönüştürülmesi siyaseti Ermenistan hikâyesinde başarılı olamamıştır. Hatırlanacağı üzere Malazgirt’te Bizans ordusunun mağlubiyetinde Alparslan’ın safında duran Ermeniler “Milleti Sâdıka” olarak yüzyıllarca Anadolu’da refah içinde yaşamışlar, daha önce mahrum oldukları inanç ve ibadet hürriyetlerine sahip olarak dil ve görenekleriyle birlikte yaşayagelmişlerdir. Ancak Birinci Dünya harbini fırsat bilerek Rus, Fransız ve İngilizlerin kışkırtmasıyla Yunanlılar gibi bağımsız olma düşüncesiyle isyan etmişlerdir. Bu dönemde 1912 Osmanlı nüfus sayımında Ermeni mevcudiyeti tüm mezhepleriyle birlikte 1.294.851 kişidir. Osmanlı Devleti de bu tehdidi bertaraf etmek için harbin sonuna kadar yaklaşık 438.758 Ermeni vatandaşını yine kendi coğrafyası içinde fakat tehdit oluşturmayacak şekilde ve harbin hitamında geri dönmek üzere 27 Mayıs 1915 tarihinde muvakkat olarak Suriye civarına sevk ve tehcir etmiştir. Ancak bunların 382.148 kadarı tehcir bölgesine ulaşabilmiştir. Tehcir sevkiyatının durdurulduğu Şubat 1916 tarihine kadar Rus ve Fransız ordusuna katılmak için yapılan firarlar, hastalıklar ve eşkiya saldırıları ile bir takım kayıplar olmuştur. Bazen de Taşnak ve Hınçak gibi Ermeni çetelerinin yapmış oldukları katliamların intikamını almak için yerli halkın saldırılarından da bahsedilmektedir. Osmanlı arşiv kayıtlarına göre eşkıya saldırısına bağlı olarak ölen Ermeni sayısı 6.500-7.000 civarında olup, bunun üzerine faillerin cezalandırılması için Devletin tedbir aldığı kaydedilmektedir. Bununla ilgi devlet politikası, alınan resmi kararlar ve yapılan uygulamalar kayıt altına alınmış ve arşivlenmiştir. Keza yabancı ülkelerin büyükelçilikleri ve konsoloslukları ile Kızılhaç yetkilileri de tehciri ve iskanı takip etmişler ve ülkelerine raporlamışlardır. Rus işgali sırasında Ermeni-Rus işbirliği ile bu bölgede 1,5 milyon Müslümanın katledildiği, azınlık durumundaki Ermenilere alan açmak amacıyla Ermeni çetelerinin Müslümanları katledip göçe zorladığı da tarihi gerçeklerdendir. Harbi Umumi’den (1. Dünya Harbi) mağlup olarak çıkan Osmanlı Devleti “soykırım” iddiaları üzerine özellikle İngilizlerin kurmuş olduğu mahkemelerde mahkûm edilememiştir.
Meselenin bu tarafı ne Ermenilerin ne de arkasındaki güçlerin hoşuna gitmediği için “soykırım” yalanı uydurulmuş, bunun üzerinden Asala terör örgütü Türkiye’ye musallat edilmiş, o bitirilince de yerine PKK terör örgütü ihdas edilmiştir. Başta ABD ve Avrupa olmak üzere küresel güçler dünya hâkimiyetini idame için artık kendilerini geri çekerek yerlerine vekâlet verdikleri terör örgütlerini kullanmakta, terör maşaları üzerinden hasım gördükleri devletlere zarar vermeye çalışmaktadırlar. Bunların bir kısmını etnik kimlik üzerinden, bir kısmını ideoloji, bir kısmını da din ve mezhep farklılıkları üzerinden kurgulamakta, kullanmakta ve miadı dolunca veya mecbur kalınca da ortadan kaldırmaktadırlar.
İşte “soykırım” iftirası da ABD ve yardakçılarının bu amaçla kullanmaya çalıştıkları bedava bir baskı aracıdır. Bunun üzerinden pazarlık yapmak, tavizler koparmaya çalışmak, göz korkutmak, gücü yeterse tehdit etmeye çalışmak ve Türkiye üzerinde “Ermeni sokırımı” palavrasını “demoklesin kılıcı” gibi sallandırmak, alıcısı olduğu sürece vazgeçemeyecekleri bir karta dönüşmüş durumdadır.
Bu iftira kartını ecnebilerin elinden almak için Türkiye’nin uzmanlardan meydana gelen bir akademik komisyon teşkil etmesi ve ilgili taraflara iştirak çağırısı yaparak bu çalışmayı yapması ve sonuçlandırması gerekir. Ayrıca bu komisyonun Azerbaycan Hocalı’da, Bosna’da, Kırım’da, Türkistan’da, Afganistan’da, Cezayir’de, Ruanda’da ve hatta Amerika kıt’asında ve dünyanın muhtelif yerlerinde ecnebilerin yapmış oldukları soykırımları araştırarak raporlar hazırlaması ve dünyaya duyurması elzemdir. Bize, geçmişimize ve tarihimize iftira atan her ülke için misilleme yapmak artık bir vecibe olmuştur. ABD Başkanı Joe Biden’in bugünkü “soykırım” iftirasına elbette Türkiye gereken cevabı hak ettiği şekilde verecektir. Ayrıca Türkiye Milli Güvenlik Siyaset Belgesinde güncelleme yaparak ABD’yi birinci tehdit unsuru yapmalı, siyasetini ona göre yeniden yapılandırmalıdır.
Tarih bize hayatı savaş olarak gören, yaşama hakkını güçlülere tahsis eden ve zayıfların hakkının ancak doğal seleksiyona uğramak olduğu inancında olan ve üstün ırk anlayışındaki bu zalimlere karşı mazlum milletlerin sesi ve müdafii olma fırsatını sunmaktadır. Bu durum dünya siyasetinde üçüncü bir güç tezahürünün habercisi olabilir.