Kaynak: Sabah Gazetesi, https://www.sabah.com.tr/gundem/2024/11/07/son-dakika-mansur-yavastan-ucuncu-konser-skandali-bu-kez-sahnede-candan-ercetin-var-tam-80-milyon-tl-odemis
Prof. Dr. Mahmut BOZAN
Türkiye’de önü alınamayan ve neredeyse kanıksanan meselelerden birisi de kamu kaynakları üzerinde tasarruf yetkisi verilen kişi veya komisyonların yaptığı israflar, yolsuzluklar, yandaş kayırmacılıkları, ihale yoluyla belirli kesimlere kaynak aktarmalar ve enva-i çeşit yollarla milletin paralarını ona-buna peşkeş çekmelerdir.
Oysa kamu kaynaklarının nasıl kullanılacağı, nasıl harcanacağı belli olduğu gibi sıkı bir denetim mekanizması da bulunmaktadır. Ama heyhat, bu denetim mekanizması bir işe yaramamakta, Merhum Ziya Paşa yıllar öncesinden; “Milyonla çalan mesned-i izzette ser-efraz, Bir kaç kuruşu mürtekibin cây-ı kürektir.” Yani “milyonları çalanlar izzetli makamlarda baş tacı ediliyor, birkaç kuruş çalana kürek cezası veriliyor” diyerek milletin kanını emen kenelere yolların nasıl açık olduğundan dert yanmaktadır. Bugün de değişen bir şey yok. Kimi belediyenin halka hizmet etmesi için verilen parayı konser adı altında yandaşlarına dağıtır, kimi üniversitede eğitim için verilen milletin parasını “bahar şenlikleri” adı altında sözde sanatçılara peşkeş çeker. Hiç kimse de bunun hesabını sormaz. Özellikle de görevi denetim olanlar hiç sormaz.
Ne hikmetse bu ülkede sesinden başka hiç bir özelliği olmayan kişiler “sanatçı” adı altında garip bir ayrıcalık elde etmekte ve neredeyse tüm paralarını da kamu kurumlarının “konser organizasyonlarından” kazanmaktadırlar. Yine ne hikmetse hepsi de bir yanıyla devlete rampalamış tiyatrocu, heykelci, opera ve baleci, şarkıcı, türkücü, davulcu, zurnacı ve saireci “devlet sanatçısı” ayrıcalığı ile devlet himayesi altında icrayı sanat ederler ve bir türlü özelleştirilemezler ve devletin sırtından inmezler. Sadece bizim ülkemize has olan bu durum hiç gündeme gelmez, ancak zaman zaman hiç uzmanı olmadıkları meselelerde ve boylarını aşan konularda bu zevatın “entelektüel eleştirileri” bir kısım medyaya itinayla yansıtılır. Mesela bunlar çevreciliği pek severler. Ülkemizin yanı başında, Iğdır’a 16 km. mesafede, yani burnumuzun dibinde miadını çoktan doldurmuş ve kapatılması gereken patlak Çernobil’in kardeşi Ermenistan’ın Metzamor Nükleer Santrali için bu “sanatçı” takımının tek protestoları yoktur ama Akkuyu için senede birkaç yürüyüş ve protesto “eylemi” vazgeçilmezleridir. Hele LGBT gibi aile hayatının temeline dinamit koyan sapkın akımların renklerine sarınıp gülücük dağıtmakta da pek mahirdirler. Ama onları seyretmek veya dinlemek için nedense halk pek rağbet etmez, biletlerini alan olmaz fakat o da dert değil, kamu kaynaklarını onlara “cömertçe” saçan hamileri ve millet kesesinden para dağıtan “sanatsever” belediye başkanları onlar için “özel” günler bahanesiyle konser programları ihdas eder. Yapılan eleştiriler de sanat düşmanı, sanatçı düşmanı salvoları ile savuşturulur.
Son günlerde medyada haber yapılan “konser organizasyonları” yine içimizi dışımıza çıkarmaya başladı. Yok, “69 milyon değil de 45 milyon verdik” gibi beyanlar “şeceat arz ederken merd-i kıpti sirkatin söyler” kabilinden itiraflar nihayet Hükümeti harekete geçirebildi. Meselenin Ankara, İstanbul ve İzmir gibi büyükşehir belediyeleri ile sınırlı olmadığı, irili ufaklı pek çok belediyede bu işin tezgâhlandığı ortaya çıktı.
Sorumlulukları altındaki koylardan, körfezlerden, göl ve derelerden yayılan kokuları bastırırcasına şimdi kurumlarından da iğrenç kokular yükselmeye başladı. Manzarayı umumiyede vahim bir tablo görünmektedir. Hükümet kamu kurumlarına “tasarruf genelgeleri” gönderirken ita amirleri göstermelik birkaç hareketle genelgeyi tavsatmakta ve kadük hale getirmektedir. Çünkü israf kamu tarafından yani devlet memurları veya daha geniş bir tanımlama ile kamu çalışanları tarafından yani bürokrasi tarafından yapılmaktadır ve bürokrasi kendi kendini denetleyememektedir. Belediyelerin BİT’leri (Belediye İktisadi Teşekkülleri) bütçe yutmada, buralara doldurdukları eş-dost-yandaşlarla sülükleşirken yine denetim yetkisi olanların “gıkı” çıkmamakta, belediyeler sorumsuzca borç batağına sürüklenmekte, hatta bir kısım başkanlar küstahlaşarak SGK borçlarını bile ödemeyeceğini ilan edebilmektedir.
Her zaman söylediğimiz gibi yönetim ve denetim bir paranın iki yüzü gibidir. Birbirisiz olamazlar. Denetimsiz yönetim aldatmacadan ibarettir. Demokrasi ile yönetilen ülkeler incelendiğinde hiçbirisinde Türkiye kadar çok denetim kurumlarına ve gariptir ki Türkiye kadar da yolsuzluk vakalarına rastlanılamaz. Zira gelişmiş demokrasilerde kamu bütçesinin nasıl harcanacağı çok açık bir şekilde belirtilmiştir. O ülkelerde bir belediye başkanı konser organizasyonu adı altında kamu kaynağını hiç kimseye peşkeş çekemez, çekerse ona bedelini ödetirler ve o makamda da oturtmazlar. Uluslararası güç odaklarından bütün bütün bağımsız olduğuna inanmadığım insan hakları, demokrasi, kredi derecelendirme, üniversite sıralama, şeffaflık ve yolsuzluk gibi alanlarda puanlama yapan ve karne dağıtan kuruluşların raporlarına bakıldığında darası alınsa bile iyi yerlerde olmadığımız ortaya çıkmaktadır. Mesela Uluslararası Şeffaflık Teşkilatı’nın 2023 yılı Yolsuzluk Algıları Endeksi raporuna bakıldığında Türkiye’nin 180 ülke arasında 115. sırada olması hayli düşündürücü ve utandırıcıdır. Endekste puan sıfıra doğru indikçe yolsuzluk artmakta, 100’e doğru çıktıkça azalmakta ve temiz yönetimler ortaya çıkmaktadır.
Tablo 1: Türkiye Yolsuzluk Algıları Endeksi Raporu (2012-2023)
Kaynak: Transparency International, https://www.transparency.org/en/countries/türkiye.
Şimdi gelelim Türkiye’de denetim yapmakla yetkili kurumları saymaya; öncelikle anayasal yetkiyi hatırlayalım. Buna göre merkezi idare yerel yönetimlerin denetiminden birinci derecede sorumludur. Anayasa’nın 127. Maddesinde “Merkezî idare, mahallî idareler üzerinde, mahallî hizmetlerin idarenin bütünlüğü ilkesine uygun şekilde yürütülmesi, kamu görevlerinde birliğin sağlanması, toplum yararının korunması ve mahallî ihtiyaçların gereği gibi karşılanması amacıyla, kanunda belirtilen esas ve usuller dairesinde idarî vesayet yetkisine sahiptir” denilmektedir.
Yerel yönetimler üzerinde TBMM’nin denetim yetkisi olduğu gibi Danıştay başta olmak üzere yargının da denetim yetkisi bulunmaktadır. Yargı “hukukilik” denetimi yaparken 5393 sayılı Belediye Kanunun 55 inci maddesi gereği de “Belediyelerde iş ve işlemlerin hukuka uygunluğu açısından malî ve performans denetimi yapılması gerekir.” İç ve dış denetim 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu hükümlerine göre yapılır. Ayrıca, belediyeler ve bağlı kuruluş ve işletmelerin (BİT) malî işlemler dışında kalan diğer idarî işlemleri, hukuka uygunluk ve idarenin bütünlüğü açısından İçişleri Bakanlığı tarafından da denetlenmek zorundadır. Diğer bir denetim makamı da Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığıdır. Tüm bunlara ilave olarak mali denetim hususunda Sayıştay çok önemli bir sorumluluğa sahiptir. Kamu idarelerinin; gelir, gider ve mallarına ilişkin hesap ve işlemlerinin kanunlara ve diğer hukuki düzenlemelere uygun olup olmadığını denetleyen, sorumluların hesap ve işlemlerinden kamu zararına yol açan hususları kesin hükme bağlamaya yetkili bir mahkeme olan Sayıştay’ın raporları pek göz doldurmamaktadır.
Kamuoyu denetimi ise, Türkiye örgütlü toplum yapısının zaafiyeti ve sivil toplum kuruluşlarının cılızlığı sebebiyle gerektiği gibi yapılamamakta, üstelik bu gibi kamu kurumlarından menfaat devşiren bir kısım medya ve sözde STK’lar tarafından kamuoyu yanıltma veya kafa karıştırma metotları uygulanabilmektedir. Sosyal medyanın tüm menfiliklerine rağmen 360 derece bir denetim imkânı bulunması sebebiyle tamamen olmasa da bir kısım yolsuzluklar ortaya çıkarılabilmektedir. Son kertede iş vatandaşa düşmekte, fark ettiği her yolsuzluğu, ihmali, kamu malını zarara uğratanı ihbar etmesi gerekmektedir ki “pabucun pahalı olduğu” anlaşılsın. Eğer bir köyün sürüsünü korumakla mükellef olan çoban tembel, köpekler kayıtsız ise sürüyü kurtlardan, ayılardan ve çakallardan koruma görevi sürü sahiplerine düşer.
Netice olarak artık bu kepazeliklere bir son verilmeli, millet kesesinden para saçan müptezellerin çanına ot tıkanmalıdır. Bu hususta milletin yetki devrettiği devletlûler de, bürokratlar da mes’uldür. Birkaç kuruş mürtekibi kürek cezasına çarptıran yargı zahmet olmazsa milyonları çalanların da peşine düşmelidir. Tüm sorumlu makamlar yolsuzlukları önlemede üzerine düşeni yapmak zorundadır. Görevi kötüye kullanmak kadar, görevi yapmamak da bir suçtur. Merhum Âkif’in “Kenar-ı Dicle’de bir kurt kapsa koyunu, Gelir de Adl-i İlahi Ömer’den sorar onu” ifadesindeki sorumluluğu denetim makamında olan herkesin omuzundadır. Bu makamlarda olanlardan hiçbiri “bana ne!” diyemez. En yukarıda olan Ömer’ler hiç diyemez ve dememeli.