
Kaynak: BBC
Prof. Dr. Mahmut Bozan
Katolik dünyasının dini lideri ve Vatikan’ın devlet başkanı olan Papa Francis 21 Nisan 2025’te 88 yaşında öldü. Asıl adı Jorge Mario Bergoglio olan Papa Francis’in cenaze törenine İtalya İçişleri Bakanlığı’nın beyanına göre, dünya çapından 170 delegasyon iştirak etmiştir. Ayrıca Hıristiyan dünyasının tüm mezhep temsilcileri de cenaze merasiminde hazır bulunmuştur. Türkiye’yi TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un temsil ettiği cenazede Papa’nın devlet başkanı kimliği dikkate alınmış olsa gerektir.
Katolik dünyası ile birlikte Vatikan’ın da yeni devlet başkanı olarak Robert Francis Prevost 252 Katolik kardinal arasından oy verme hakkına sahip 135 kardinal tarafından seçilmiş ve Papa 14. Leo adını almıştır. Yeni Papa 14. Leo, 8 Mayıs 2025’ten itibaren Katolik Kilisesi’nin ruhani lideri ve Vatikan Şehir Devleti’nin hükümdarı olmuştur.[1]
Hayatını Peru’da misyoner olarak geçiren ve daha sonra Vatikan’ın Piskoposlar Dairesi’nin başkanlığını yürüten Kardinal Robert Prevost, Katolik Kilisesi’nin 2000 yıllık tarihinde seçilen ilk ABD’li papa olmuştur. Yeni Papa’nın aslan manasına gelen Leo adını seçmesi hakkında, miladi 452 tarihinde Türk hükümdarı Attila’yı ikna ederek rica-minnet Roma’yı kurtaran 1. Leo’nun hatırasını yâd etmekten bahsedilse de yeni Papa bu ismi “sosyal adalet konusunda attığı adımlarla “kilisenin modern sosyal doktrinini başlatan Papa 13. Leo’yu izaz için seçtiğini” söylemiştir.
Bu meselenin bizi alakadar eden üç ciheti bulunmaktadır. Bunlardan birincisi tarihidir. Selçuklu Devleti’nden itibaren başlatılan tüm haçlı seferleri[2] Papalar tarafından organize edilmiştir. Özellikle papalık 15. yüzyılda Avrupa’da ilerleyen Türkler’in karşısına Niğbolu ve Varna’da gibi kara muharebelerinde ordular teşkiline önayak olurken Preveze ve İnebahtı gibi deniz muharebeleri için de donanmalar çıkarmada Avrupa’daki bütün Hristiyanları Kutsal İttifak adı altında bir araya getirmeyi başarabilmiştir. İslâm dünyasına karşı yapılan haçlı seferleri zaman zaman unutulsa da 11 Eylül 2001 yılında New York’taki ikiz kulelere yapılan saldırılara karşı dünyaya “ya bizdensiniz, ya da bize karşısınız!” diyen dönemin ABD başkanı George W. Bush’un Afganistan’a haçlı seferi (crusade) başlatacağını ilan etmesi bu tarihi devamlılığı ve şuuraltını ortaya çıkarması bakımından manidardır. Bu hareket daha sonra kökten dincilik, cihadizm, İslâm terörü ve İslâmofobi şeklinde yakıştırmalarla İslâm nefretine dönüştürülerek devam ettirilecektir.
Meselenin ikinci ciheti, Vatikan’ın müstakil bir devlet, Papa’nın da hem o devletin başkanı hem de Katolik dünyasının dini lideri olmasıdır. Bu ciheti pek tanınmayan Vatikan veya resmî adıyla Vatikan Şehir Devleti, İtalya’nın Roma kentiyle çevrili, yerleşik nüfusu 1.000 civarında olan bir ülkedir. Vatikan’da mutlak monarşiye dayalı bir idare vardır. Devlet başkanı olarak Papa’nın sözleri kanun hükmündedir. Coğrafi olarak bu minik devlette kuvvetler birliği uygulanmakta, Papa yasama, yürütme ve yargının da başı olmaktadır. Emniyeti İtalya tarafından sağlanan Vatikan’ın, 100 kişilik İsviçre’li katolik muhafızlardan mürekkep sembolik bir ordusu vardır.
Papa’nın hem Vatikan’ın devlet başkanı, hem de Katoliklerin dini lideri kimliğini birlikte kullanmasına karşı şimdiye kadar Türkiye’deki seküler kimliklerden herhangi bir tenkidata rastlanılmamıştır. Keza İngiltere krallarının aynı zamanda Angilikan kilisesinin başı olması, İngiliz bayrağının İngiltere dışında 15 küsur ülkede dalgalanması da bu kesimlere göre gayette yerindedir. Buna mukabil Vatikan’daki Sistine Şapeli, konklav denilen gizli toplantı ve beyaz duman üzerinden yeni papa seçimi hususunda malumat-füruşluğu ileri seviyeye taşıyan kesimlerin Hilafet kelimesini duyunca birden nevrinin dönmesi de bizi ilgilendiren üçüncü husus olmaktadır.
Dünyadaki 2 milyarı aşkın Müslüman’ın varlığı, dağınıklığı, sahipsizliği ve gözümüz önünde çaresizce seyrettiğimiz Filistinli Müslümanların uğradığı soykırım, mezalim ve açlıktan öldürmeye kadar uzanan gaddarlıklar her nedense papa seçimi kadar bu kesimlerin gündemini meşgul etmemekte, alâkadar olanlar da lanetleme ötesinde elle tutulur bir şey yapmamaktadır. Oysa dünya siyasetinde nüfusu kadar tesiri olmayan Müslümanların bu hali öncelikli meselemiz olmalı ve bu hususta bir adım atılacaksa bunun başını da hilafetin lağvedildiği Türkiye çekmelidir.
Meselenin evvelemirde ilk müzakere sahası Türkiye’dir. Akademiden siyasete, medyadan sivil toplum kuruluşlarına kadar geniş bir çevrede hilafet meselesi “örtülü, yasaklı alan” muamelesinden çıkartılarak her yönüyle tartışmaya açılmalıdır. İkinci safhada ise Hilafetin ihyası için beynelmilel akademik toplantılar yapılmalıdır. Antalya Diplomasi Formu gibi yapılarda bu mesele ele alınmalı, tartışmalı, yapı ve işleyiş modelleri geliştirilmelidir. Son safhada ise diğer İslâm ülkelerinde halkın, akademisyenlerin, siyasetçilerin ve tüm toplum kesimlerinin ne düşündüğü ve beklentilerinin ne olduğu araştırılmalı, İslâm İşbirliği Teşkilatı zemininde bir Hilafet Meclisi teşkil edilerek orta ve uzun vadeli bir strateji belirlenmeli ve bir yol haritası çıkarılmalıdır. Bu hususta birinci derecede sorumluluk TBMM’ye ait olup, bir asır önce çıkarılan 431 sayılı kanunun tekrar Meclis gündemine getirilmesi ile ilk adım atılmış olacaktır.
BAKAD olarak biz üzerimize düşen sorumluluğu yerine getiriyor ve Türkiye’deki sivil toplumun vakıf, dernek ve sendika gibi tüm şubelerini bu meseleyi müzakere etmeye davet ediyoruz.
[1] Roma şehri içinde yer alan ve Katolik dünyasının merkezi olan Vatikan Şehir Devleti ile ilgili daha detaylı bilgi için bkz. Şakiroğlu, Mahmut (2012). Vatikan, TDV İslâm Ansiklopedisi, Cilt 42, s. 564-568.
[2] 1095 yılında Fransa’nın Le Puy kentinde Haçlı Seferi çağrısında bulunan Papa 2. Urban’ın, bütün Avrupa milletlerini Kudüs’ü “dinsiz sapıklar” dediği Müslümanların elinden kurtarmaya daveti ile başlayan bu süreç diğer kardinaller, papalar ve devlet başkanları tarafından da zaman zaman tekrarlanmıştır.