Kaynak: www.cnnturk.com.
“Hak şerleri hayreyler, Zannetme ki gayreyler, Ârif ânı seyreyler,
Görelim Mevla neyler, Neylerse güzel eyler.”
Erzurumlu İbrahim Hakkı
Prof. Dr. Mahmut BOZAN
Arap baharında son perde nihayet Suriye’de indi. İran, Rus, PKK ve Esad saldırılarına karşı İdlib’de Türkiye’nin teminatı altında yaşayan Hey’eti Tahrîri’ş Şam (HTŞ) adıyla anılan ve düşünce olarak metamorfoz geçiren muhalifler harekete geçerek önce Haleb’i daha sonra da Hama ve Humus’u alarak Şam’a dayandı. Esad’ın Şam’dan Rusya’ya kaçtığı haberleri doğrulandı ve ABD’nin umut bağladığı ve ucu Türkiye’yi parçalamaya dayanan Büyük Ortadoğu Projesi çöktü.
Şam’ın düşmesine saatler kalıncaya kadar “Esad isterse Suriye’ye asker göndeririz” diyen İran, meşhur mürailiği ve takiyyeciliği ile Suriye’de muhaliflerle işbirliği yapmaya hazır olduğunu açıkladı. Suriye ve Esad’ın gerçek hamisi olarak kendini gören Rusya şimdi Lazkiye’deki hava üssü ile donanmasının bulunduğu Tartus’taki deniz üssünü korumak için muhaliflerle anlaşmanın yollarını arıyor. Suriye Demokratik Güçleri adını kullanan PKK’nın Suriye kolu PYD-YPG ise ABD’nin arkasına saklanarak varlığını korumanın telaşına düşmüş durumda. ABD’den ise bu hususta çatlak sesler geliyor. Joe Biden yönetimine “Suriye iç savaşına müdahil olmama” çağırısı yapan Trump, “Her halükârda, Suriye bir karmaşa içindedir, ancak bizim dostumuz değildir ve ABD’nin bununla hiçbir ilgisi olmamalıdır, izin verin ne olacaksa olsun, karışmayın!” derken, mevcut yönetimden “Suriye’deki yerel ortaklarımızla iletişim halindeyiz, koruyacağız!” açıklamaları gelmektedir. ABD’den gelen farklı açıklamalar ciddiye alınır mı bilinmez ancak Türkiye destekli Suriye Mili Ordusu (SMO) Mümbiç’e girdi bile. Bir kesimin Kobani dediği Ayn-el Arab bölgesinde ise telaş günler öncesinden başlamış, asker toplamalar, Mümbiç’e siper kazıp yığınak yapmalar “korkunun bacayı sardığını” ortaya koymuştu. “Perşembenin gelişi Çarşambadan belli olur” sözü yerini bulacak gibi, bugün değilse de yarın bulacağı muhakkaktır.
Arap Baharının düşürdüğü kuleler ABD müdahalesi ile tamir olunurken Mısır ve Irak ABD eliyle yeniden şekillendirilmiş, Mısır diktatörlüğe teslim edilmiş, Irak ise parçalanmıştı. Ancak Suriye’de böyle olmadı, aralarında Türkiye’nin desteklediği SMO dâhil olmak üzere muhalifler Baas rejimini ve Beşşar Esad diktasını devirdi ancak kamu kurumlarını korudu, kamu düzenini muhafaza etti. İntikamcı davranmadı. Diktatör Edad’ın işbirlikçisi olan PKK-YPG ise kendisini tasfiye edip, silah bırakıp mevcut iktidara katılmak yerine bir yolunu bulup varlığını idame etme, hatta ABD koruması üzerinden kendisine özerk bir bölge kazanma çabasına girmiş durumdadır. Ancak bu kolay olmayacak, hatta hiç olmayacaktır. Suriye’de hakimiyet sağlayan yeni iktidar ve hükümet “ya itaat et, ya terket!” diyecektir, demesi gerekir. Bu hususta Türkiye desteğini esirgemeyecektir. Suriye’nin tek parça ve üniter devlet yapısından taviz vermemesi, kendi anayasasını da kendi halkının seçeceği parlamentosunun eliyle kendisi yapması gerekir. Bunun için yurtdışına kaçmak zorunda kalan tüm vatandaşlarını ülkeye çağırmalı, gelemeyenler de bulundukları ülkelerden kendi temsilcilerini seçerek milli bir meclis teşkil olunmalıdır. Demokratik yollarla teşkil edilen meclis Suriye’de milli iradeyi temsil yetkisini deruhte ederek elbette kendi anayasasını yapabilir.
Suriye halkı, Baas Partisinin 61 yıllık kanlı iktidarı boyunca çok acı çekti. 15 Mart 2011’de Arap Baharı heyecanı içerisinde Dera’da talebelerin duvara yazdığı bir yazıyı (Doktor, sıra sende!) bahane eden Esad’ın kendi halkına yaptığı, kıyım ve katliam sonucu 13 milyon Suriye vatandaşı evini terk etti. Yerinden olan Suriyelilerin 6 milyonu ülkeleri içinde yer değiştirirken yaklaşık 7 milyonu başka ülkelere göç etmek zorunda kaldı. Bunlardan en büyük grup da (yaklaşık 4 milyon) Türkiye’ye sığındı. 2018 yılında neredeyse Suriyeli sığınmacıların %63’üne Türkiye ev sahipliği yapıyordu. Diğer yandan Türkiye’ye Irak ve Afganistan başta olmak üzere iç savaş yaşayan Afrika ve Asya bölgelerinden de sığınmacı akını devam ediyordu. Tüm bunların oldukça ağır maddi ve mali karşılığı vardı ve mülteci kabul etmek istemeyen Avrupa Birliği üyesi ülkeler “geri kabul” anlaşmaları ile Türkiye’yi göçmen deposu yapmaya çalışıyorlar, 6 milyar Euro destek vaadini de anlaşmanın mürekkebi kurumadan unutuveriyorlardı. Türkiye’de bazı kesimlerin kışkırtmalarına rağmen ciddi bir sosyal hadise yaşanmıyor, Türkiye bu ağır sığınmacı yükünü taşımaya devam ediyordu. İçişleri Bakanlığı’nın açıklamasına göre Türkiye’de halen kayıtlı yaklaşık 3 milyon Suriye vatandaşı bulunmaktadır. Bu sayıya kaçak veya başka ülke vatandaşları dâhil değildir.
Suriye’ye kucağını açan Türkiye’nin bu saatten sonra Suriye’deki gelişmelere bigâne kalması düşünülemeyeceği gibi, iktidarı ele geçiren muhaliflerin de Suriye’nin yeniden yapılanmasında Türkiye’siz yol yürümesi mümkün değildir. Ancak Rusya’nın elinden kurtulan Taliban’ın vaktiyle iç savaşa sürüklenerek kendi kendini bitirmesi örneğini Suriye’de de görmek isteyen güç odakları kaos ve kriz çıkarma tecrübelerini Suriye’de de denemek isteyebilirler. Bu oyuna aldanmak ise Suriye için en büyük felaket olacaktır. Yazının başında da ifade edildiği gibi köprünün altından çok sular akmış yaşanan hâdiseler HTŞ’yi dönüştürmüştür. Nitekim HTŞ’den yapılan açıklamalar Selefi, sekter ve tekfirci bir tonda değil, kapsayıcı ve kucaklayıcı bir üslupla yapılmaktadır. Burada ifade etmek gerekir ki mutedil Hamas Filistin’de İran aklı ile hareket ettiği için hem kendisi kaybetti hem de Filistin’i imha ettirdi. El Kaide, IŞİD geleneğinden gelen HTŞ ise Türkiye devlet aklı ile hareket ettiği için radikallikten mutedilliğe yöneldi, hem kendisi kazandı hem de Suriye kurtuldu.
Türkiye’nin tarihi tecrübesi, devlet aklı ve siyaseti Suriye’nin geleceği, istikrarı ve imarı için en büyük teminattır. Türkiye’de doğan ve büyüyen yaklaşık bir milyon Suriyelinin varlığı ise ilişkilerin geleceği açısından önemli bir köprüdür. Muhtemelen bundan sonra Avrupa’daki çifte vatandaşlık taşıyan Türkler gibi çifte vatandaşlığa sahip Suriyeliler de bu iki ülke arasında mekik dokuyacak, Türk-Arap husumetini temel siyaseti yapan çevreler ve yandaşları ise epey üzüleceklerdir.