Prof. Dr. Mahmut BOZAN
2021 Kasım’ında Türkiye normal olmayan bir iktisadi gelişme yaşadı. Aniden Dolar kuru yaklaşık 8 TL’den 18 TL’ye sıçradı. Bu ani sıçramayı açıklayacak ciddi bir iktisadi hareket bulunmuyordu. Bu ani sıçramayı Hükümetin enflasyonla mücadele stratejisinin hatalı olmasıyla izah etmek mümkün değildir. Nitekim Cumhurbaşkanı karşı bir harekâtla bir gecede ABD Dolarını 18 TL’den 12 TL’ye düşürebilmiştir. Buradan da anlaşılmaktadır ki mesele iktisadi olmaktan ziyade sosyo-psikolojik çökertme harekâtıdır ve arkasında kimlerin olduğu meçhul değildir.
Meselenin arka plânına bakıldığında ABD başkanı Joe Biden’in başkan olmadan önce yaptığı “Türkiye’de iktidarı devirme” plânından başlamak üzere ABD ve müttefiklerinin Türkiye’de Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ı “diktatör” olarak hedef tahtasına oturtmaları ve güya Türkiye’nin iyiliğini düşünüyormuş gibi bir tavırlarla darbe teşebbüsleri ile muvaffak olamadıkları amaçlarına başka araçları kullanarak ulaşma çabaları olduğu açıkça görülmektedir. Bu “başka araçların” başında Türkiye’yi iktisaden çökertmeye çalışmak, muhalefeti örgütleyerek tek çatı altında birleştirmek, mahalli idare seçimlerinde İstanbul ve Ankara başta olmak üzere büyük şehirlerin önemli bir kısmını AK Partinin kaybetmesi sebebiyle “Erdoğan iktidarı artık sona yaklaşıyor” propagandalarını ABD ve Avrupa başkentlerinde bildik düşünce kuruluşları vasıtasıyla yaymak gelmektedir.
ABD’nin savunma sanayimiz ile mali sistemimizi hedef alan katsa (CAATSA) yaptırımları devam etmekte, F35 savaş uçağı ortaklığından çıkarıldığımız gibi, bedelini ödeyerek satın aldığımız F35’ler de bize verilmemektedir. ABD ve müttefikleri Türkiye’nin savunma sanayii başta olmak üzere yüksek teknoloji gerektiren alımlarını engellemeye çalışmakta, Suriye ve Irak’ta PKK ve PYD/YPG’yi destekleyerek Türkiye’ye karşı kullanmaktadır. Yunan ve Rumlara arka çıkarak Türkiye’yi Mavi Vatan’ın dışına itmeye çalışmaktadır. Karabağ ve Libya’da Türkiye’nin oynadığı rol onları hepten çileden çıkarmıştır. Tüm bunlar ABD ve müttefiklerinin neden iktidardan hazzetmediklerini ortaya koymaktadır.
AK Parti’nin beceriksizliklerine gelince, halkın öfkesini çeken memur alımlarında hakkaniyet yerine “mülakat” adıyla yandaşlarından başka kimseye fırsat tanımaması, ehliyet ve liyakat yerine parti sadakatini koyması, halkla bağlarını zayıflatması, müdahin ve dalkavukların meydan alması, tenkit ve eleştirilere kulağını kapaması, halkın yerine işadamlarını ve esnaf kesimini öncelemesi gibi parti yetkililerinin de gayet iyi bildiği bir yığın mesele sayılabilir.
İşin siyasi tarafına gelince Millet İttifakı adı altında seçim ittifakına giden muhalefetin içinde AK Partiden ayrılan eski başbakanlardan Ahmet Davutoğlu ile eski bakanlardan Ali Babacan’ın da bulunması, daha önce AK Parti kurucularıyla yol yürümüş olan Temel Karamollaoğlu’nun mevcudiyeti ibretliktir ve R. Tayyip Erdoğan’nın başarısızlık hanesine yazılan puanlardır. Neticede halk nezdinde %20 civarında teveccühe mazhar olabilen CHP, Erdoğan’ın yanında tutamadıklarını da yanına alarak şimdi millete umut olmaya çalışmaktadır. Millet ittifakına Batı siyasetinden ciddi destekler sağlanmakta, İstanbul’u yönetemeyen Ekrem İmamoğlu’na Batı başkentlerinden 2023 cumhurbaşkanlığı seçimleri için adaylık teşvikleri yapılmaktadır.
İşin tuhaf yanı Millet İttifakının halka en büyük vaadi de “güçlendirilmiş” denilerek parlamenter sisteme geri dönmedir. Yıllarca milletin canını yakan ve siyasi istikrasızlığın kaynağı olan iki başlı yönetimi parlatmaya çalışmak mevcut muhalefetin ülke idaresinde projesi olmadığını ortaya koymak demektir. Bu hususu önceki yazılarımda ele aldığım için burada tekrar detayına girmiyorum.
Evet, Türkiye’de hayat pahalanmıştır. Bunda birinci sorumlu siyasi iktidar olmakla birlikte, iktidar değişikliği özleminde olan uluslararası güçlerin payı da yabana atılmamalıdır. Oyun büyüktür. İktidar iktisat üzerinden vurulmak istenilmektedir. Siyasi iktidarın bakan ve başkan değiştirmekle, istatistiki verilerle oynayarak enflasyonu düşük göstermekle bu iktisadi krizi çözmesi mümkün değildir. Siyasi iktidarın temel gıdada KDV oranını %8’den %1’e düşürmesi doğru bir harekettir ancak bin türlü cambazlıklarla bu indirimi fiyatlara yansıtmayan esnafların da bu işte büyük vebali vardır. Piyasa onların insafına bırakılmamalıdır. Toplum kesimlerini esnaf üzerinden okumaya çalışan ve siyaseti “esnaf ziyareti” olarak algılayan siyasetçilerin kulakları çınlasın.