Prof. Dr. Mahmut BOZAN
Yaşadığımız çevrede gözle görülür bozulmalar hızla artmaya başladı. Bunların bir kısmı sanayi üretimi fazla olan ülkelerin kârlarını âzamileştirmek için dünyaya yaydıkları zehirli atıklardan kaynaklandığı gibi bir kısmı da ülkemizde faaliyet gösteren şirketlerin aynı kapitalist anlayışla çevreye boşalttıkları zehirlerin havamızı, suyumuzu ve toprağımızı zehirlemesinden kaynaklanıyor.
Büyük devletlerin büyümesinin bedelini tüm dünya öderken kirleticilere “dur” diyecek bir güç bulunmuyor. Merhum Âkif’in tabiriyle “Günümüz dünyasında hak zıpırın olduğu için” çevre ve iklim konferansları bir işe yaramıyor, zaten onları pek dikkate alanda yok. Fakat ülkemizdeki kirleticilere “dur” diyecek bir devletimiz ve onun yetkili müesseseleri mevcut. Peki, genel tanımıyla “devlet” nerede? Neden bu materyalist, fırsatçı, şahsi menfaatini umumun mazarratında gören kirleticilere karşı halkın menfaatini korumakla mükellef olan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı başta olmak üzere mülki âmirler, savcılıklar ve sair yetkililer harekete geçmezler? Bu soruyu onlara sormak bizim hakkımız. Zira millet adına milli iradeyi temsil hak ve yetkisini kazanan siyasi iktidarlar ve onun emrindeki bürokratik mekanizmanın en birinci vazifesi milletin canını, malını, namusunu, hukukunu korumak, bunlara karşı yapılan tecavüzleri önleyici tedbirleri almak, buna rağmen ihlalde bulunanlara ise hak ettikleri cezayı vermektir.
İnsanların yaşama, mülk edinme, seyahat etme, haberleşme, eğitim ve sağlık gibi hakları olduğu gibi sağlıklı bir çevrede yaşama hakları da vardır. Bu husus başta anayasa olmak üzere resmi belgelere girmiştir. 1982 darbe anayasasının 56. Maddesinde bile “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.” Denilerek çevre sağlığının korunması ve kirlenmesinin önlenmesi için hem devletin ilgili kurumları hem de vatandaş vazifeli addedilmektedir. Peki, vatandaş ne yapabilir? Yetkili mercilere şikâyette bulunabilir, özellikle sivil toplum kuruluşları ve medya vasıtasıyla yetkililer ikaz edilebilir ama esas vazife öncelikle müdde-i umumlara yani halk adına iddia yetkisi olan savcılara (baştan savıcılara değil) düşmektedir. Eş zamanlı olarak vali ve emrindeki kaymakam ve il müdürlükleri, vesayet denetimi yetkisini haiz oldukları belediye başkanları, il özel idare elemanları ve merkez teşkilatından da Çevre ve Şehircilik Bakanlığı üzerine düşmektedir.
Mesele son derece ciddi ve Türkiye gerçeğinde vahimdir. Temiz akan bir nehir veya deremiz neredeyse kalmamıştır. Su havzalarımız tehdit altındadır, göllerimiz hatta Marmara denizimiz elden çıkmak üzeredir. Filitresiz fabrika bacaları zehir kusmakta, şehir çeperleri tehlikeli atıklarla dolmaktadır. Böylece hem havamız, hem suyumuz hem de toprağımız kirlenmekte, hatta zehirlenmektedir. Bu gidişata katlanmak mümkün değildir. Yetkili ve sorumlular vazifelerini yapmalı, yapmayanlar hakkında kirleticilere yardım, yataklık ve destek olma suçundan dava açılıp hesap sorulmalıdır. Eğer mevzuatta eksiklikler varsa ya cumhurbaşkanlığı veya TBMM harekete geçerek mevzuat noksanlığını gidermelidir.
İktisat dilinde “menfi dışsallık” olarak ifade edilen “şirketlerin kendi menfaatlerini âzamileştirmek için başkalarını zarara atması” atanlar açısından hem suç, hem ahlâksızlık, hem hukuka tecavüz hem de nitelikli dolandırıcılık mesabesinde haksız bir kazançtır. Bunu basitleştirerek şöyle ifade edebiliriz. Birisi evinizin yanına bir ev yapıyor ama defi hacet için her gün sizin bahçenize gelip ortalığı kirletip, kokutuyor veya evinin fosseptiğini sizin bahçedeki havuza akıtıyor. Böyle yapan bir komşuya nasıl muamele edilir? Bu iş karakolda bitmez mi?
Aynı şekilde paragöz birisi bir yere bir fabrika kuruyor, zehirli atıklarını oradaki denize veya göle veya yandan geçen nehre aktarıyor veya zehirli ve tehlikeli atıklarını havaya savuruyor veya oraya buraya kaçak olarak döküyor. Sebep? Arıtma tesisi için, filtre için para harcamamak. Bunu bazen altyapıya, kanalizasyona kaynak ayırmayan katı atıklar için geri dönüşüm tesisi kurmayan belediyeler de yapabiliyor. Peki, yukarıdaki örneğin benzerini yapan bu kurumlara ne yapılıyor? Hemen hemen hiçbir şey yapılmıyor. Onun için resimde gördüğünüz gibi derelerimiz kırmızı, sarı, siyah envai çeşit renkte akıyor, çevrelerine fena kokular saçıyor, içlerinde canlı yaşayamadığı gibi geçtiği yerlerdeki canlıları da öldürüyor, ziraat ve hayvancılıkla geçimini sağlayan vatandaşlara da büyük zararlar veriyor.
Hülasa, devlet, devlet olma mesuliyetiyle önleyici tedbirleri âcilen almalı, ihlal edenlere de buna bin pişman edecek cezaları vermelidir. Aksi halde kirlilik dereleri, nehir ve gölleri yuttuğu gibi Marmara’da başını uzatan deniz salyası veya sümüğü ile de tüm sahillerimizi esir alabilir.