
Kaynak: Anadolu Ajansı
Prof. Dr. Mahmut Bozan
Yazıya, Osmanlı Ahrar Fırkası’nın kurucusu da olan Prens Sabahaddin’in savunduğu “Teşebbüs-ü Şahsi, Adem-i Merkeziyet ve Tefrik-i Vezaif” fikrinin her ne kadar döneminde “zamansız” olduğu tenkidine maruz kalmış olmakla birlikte, çok da yabana atılacak bir fikir olmadığını hatırlatarak başlamak isterim. Antalya Diplomasi Forumu ile ne alâkası var diye düşünülebilir. Önce Prens Sabahaddin’in görüşünü kısaca şerh edelim, sonra Forumla olan bağlantısına geçelim. Müteveffa Dâmat Sabahaddin, Edmond Demolins üzerinden dâhil olduğu Le Play ekolünün bir temsilcisi olarak devlet merkezli iktisadi yapı yerine teşebbüs-ü şahsi yani özel teşebbüsün ön alacağı bir iktisadi sistemi savunuyordu. Adem-i merkeziyet fikriyle, her türlü hizmetin merkezi devlet eliyle verilmesi yerine idari yerinden yönetim anlayışı ile mahalli idareler tarafından yerine getirilmesi; tefrik-i vezaif düşüncesi ile de merkezi idare ile mahalli idarelerin vazifelerinin ayrılması gerektiği kanaatindeydi. Buna mukabil o dönem iktidarda olan İttihat ve Terakki Fırkası ise merkeziyetçi ve devletçi görüşlere sahipti.
Cumhuriyetle birlikte iktidarı alışık olduğu usullerle ele geçiren İttihat Terakki, Halk Fırkası olarak arzı endam edecek; Batıcı, devletçi, ladini ve totaliter siyaseti ile değil şahsi teşebbüsleri yeşertmek, kendi anlayışına uygun olmayanların da yaşamasına müsaade etmeyecektir. Bu uzun ve acılı bir hikâyedir. Kestirmeden soracak olursak, Nuri Demirağ’ın Tayyare Atölyesine ne olmuştur? Türkiye’nin ilk uçağı VECİHİ K-6’yı üreten ve ülkenin ilk sivil uçuş mektebini kuran Vecihi Hürkuş nasıl bir akıbete uğramış, silah ve mühimmat imaleden Nuri Killigil nasıl bir suikasta kurban gitmiş, Şâkir Zümre’nin Türk Sanayi-î Harbiye ve Madeniye Fabrikası neden kapatılmıştır? İşte bu soruların cevabı tek partili cumhuriyet döneminin her şeyi kontrol altında tutan ve istemediği hiçbir şeye müsaade etmeyen totaliter yapısında aranmalıdır. Bu anlayış, demokrasinin vesayet altına alındığı darbe dönemlerinde de sadece partileri kapatmakla iktifa etmeyecek, vakıf, dernek ve sendikaları da ortadan kaldıracaktır. İşte Türkiye’nin ayaklarına vurulan bu prangalar yüzünden ülkemiz bir türlü olması gerektiği yere ulaşamamıştır. Vakıa Menderes, Demirel ve Özal gibi halkın oyuyla iktidara gelen idareciler kapalı iktisadi yapıyı dışa açmaya çalışmışlar ancak darbelerle, öldürmelere veya pasifleştirmelere muhatap olmuşlardır.
Bu oyun ancak Türkiye için uzun sayılabilecek R. Tayyip Erdoğan’ın iktidarı ile sona erebilmiştir. Bunun neticesi olarak Türkiye de iktisadi ve siyasi organizasyonlar ortaya çıkmaya başlamış ve bir kısmı küresel bir boyut kazanmıştır. İşte Özal’ın kurduğu Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı, Erbakan’ın kurduğu D-8 Ekonomik İşbirliği Teşkilatı, Erdoğan’ın re-organize ettiği Türk Devletleri Teşkilatı böyle ortaya çıkmıştır.
Cumhuriyetin devlet teşvikiyle beslenmiş, boynu nazar boncuklu şişman ev kedilerinin 100 milyonluk iç pazara bir yerli arabayı bile çok gördükleri, Batı sermayesinin acenteciliği ve “yap-sat”çılığı dışında hiç birşey yapmadıkları bu zaman zarfına mukabil son 20 yılda savunma sanayiinde kara, deniz ve havada sayıya gelmez yüksek teknoloji donanımlı ihalar, sihalar, tihalar, milgemler, kızılelmalar, altaylar vb. yüzakı eserler ortaya çıkmış, Bayraktarlar başta olmak üzere Anadolu’da ortaya çıkan yeni kahramanlar Demirağ, Hürkuş, Killigil ve Zümre’lerin yerini almışlar ve ideallerini hayata geçirmeye, TÜBİTAK’ından Aselsan’ına, Havelsan’ından Roketsan’ına kadar ülkeyi başrol oynamaya aday eden müesseseler gövde gösterisi yapmaya başlamışlardır. Bu arada sürüncemede kalan araba utancı da TOGG’la silinip atılmıştır.
Kendilerini garblılaşmaya adayan önceki devlet başkanlarının ise bolca aidat ödedikleri Batılı kuruluşlara üye olmaktan ve onların yönetim ve kurallarını uygulamaktan öte bir gayretleri olmamıştır. Bugün bile Türkiye yaklaşık 39 uluslararası kuruluşa üyelik aidatı ödemekte fakat sembolik bir-ikisi hariç hiçbirinin yönetici koltuğunda oturmamaktadır.[1]
Batılı ülkeler tarafından teşkil olunan bu kuruluşlar ekonominize not verir, üniversitelerinizin sırasını belirler, insan haklarının veya kadın haklarının ne durumda olduğu hususunda karne dağıtır, tahrip ettiği çevre için enva-i çeşit yeşil ve dahi çevreci organizasyonlar icad eder, konferanslar düzenler. Bizim aydınlarımızın önemli bir kısmı ise oralara çağırılmayı ayrıcalık zanneder, -aslında biraz da aynaya bakarak- “biz adam olmayız” kompleksi ile halkını küçümser, fasit mukayeseler ile umutsuzluk yayar(dı). İşte bazı akademisyen, gazeteci ve iş adamlarının katılmakla öğündüğü Dünya Ekonomik Forumu bunlardan birisiydi[2]. Her yıl İsviçre’nin Davos kasabasında yapılan bu forma 2009 yılında dönemin Başbakanı R. Tayyip Erdoğan da iştirak etmiş ama Şimon Peres’e cevap vermesini engellemeye çalışan moderatörü daha sonra meşhur olacak “one minute!” sözü ile azarlamış, “bir daha da Davos’a gelmem!” diyerek salonu terk etmişti.
Gerçekten de Tayyip Erdoğan sözünü tutmuş ve Davos’a hiçbir zaman gitmemiş, Ancak Davos’un daha iyi bir formunu Türkiye’de kurmuş, Dışişleri Bakanlığı tarafından organize edilen Antalya Diplomasi Formu böyle ortaya çıkmıştır. İlki 18-20 Haziran 2021’de Cumhurbaşkanlığı himayelerinde Covid pandemisinin yaygın olduğu bir dönemde fiziki iştirakle gerçekleştirilen Antalya Diplomasi Formu, “beşikte konuşan bebek” mucizesinden mülhem küresel diplomasiye adımını atmıştır. İkincisi 11-13 Mart 2022 tarihlerinde Diplomasiyi Yeniden Kurgulamak temasıyla gerçekleştirilmiştir. 17 devlet ve hükümet başkanı, 80 bakan ile 39 uluslararası teşkilatın üst düzey temsilcisinin de aralarında bulunduğu 3 bin 260 konuğun katıldığı Forum’da, dünyadaki her üç dışişleri bakanından birinin hazır bulunması Forum’un kısa süre içinde uluslararası düzeyde ulaştığı itibarın da göstergesi olmuştur.
Antalya Diplomasi Forumu’nun üçüncüsü Krizler Döneminde Diplomasiyi Öne Çıkarmak ana temasıyla 1-3 Mart 2024 tarihleri arasında gerçekleştirilmiş ve Forum’a 19 devlet başkanı, 73 bakan ve 57 uluslararası temsilci olmak üzere 4 bin 500’e yakın katılımcının iştirak etmiştir. Süregelen savaşlar, terörizm, düzensiz göç, yabancı düşmanlığı ve İslâm karşıtlığı, iklim değişikliği, doğal afetler ve pandemiler, genişleyen sosyo-ekonomik uçurumlar gibi konular yanında Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın ev sahipliğinde “Gazze Temas Grubu” paneli gerçekleştirilmiş, Filistin meselesi ve Gazze’de yaşanan katliamın durdurulması için girişimler, çabalar gündeme getirilerek daha geniş bir farkındalık sağlanmaya çalışılmıştır.
Bu sene 11-13 Nisan tarihleri arasında gerçekleştirilmekte olan Antalya Diplomasi Forumu’nun ana teması ise Ayrışan Dünyada Diplomasiyi Sahiplenmek olarak belirlenmiştir. Foruma 155 ülkeden 20’den fazla devlet ve hükümet başkanı, 70’den fazla dışişleri bakanı ve bakan, 60’dan fazla uluslararası kuruluş temsilcisi ile aralarında akademisyen ve öğrencilerin de bulunduğu altı bini aşkın misafirin katıldığı ve oldukça kalabalık bir medya ve gazeteci tarafından takip edildiği bildirilmiştir (https://antalyadf.org/adf-2025/). Yapılan forumlardaki tüm konuşmalar ve gerçekleştirilen oturumlar Antalya Diploması Forumu web sayfasından (antalyadf.org) takip edilebilir.
Bir fikir vermesi açısından Antalya Diplomasi Forumu (ADF) ile Dünya Ekonomik Forumu (DEF) arasında kısa bir mukayesenin faydalı olacağı kanaatindeyim.
- Birincisi, Davos DEF, 54 yıllık bir geçmişe sahipken ADF sadece 4 yaşındadır.
- İkincisi, DEF İsviçre’nin ulaşımı zor bir dağ kasabasında sadece zenginlerin, patronların, sömürenlerin ve biraz da fakir ülkelerin yolluk ve yevmiyeli yöneticilerinin katıldığı, propaganda ve reklam yanı ağır basan, medyatik unsurların öne çıktığı ve küresel medya organlarının yönlendirmelerine maruz kalındığı, “istenmeyen” sesler çıktıkça da “one minute” örneğinde olduğu gibi bastırıldığı bir platformken, ADF ise herkesin ulaşabildiği, fikirlerini sansürsüz söyleyebildiği, dünyanın gerçek problemlerinin ortaya konulduğu ve rahatlıkla tartışıldığı demokratik bir zemin oluşturmaktadır.
- Üçüncüsü, Davos DEF’de gündem dünyanın gerçekleri değil, küresel güç odakları, sömürgen ve buyurgan çevreler tarafından sun’i olarak belirlenirken, ADF’de dünyada yaşanan, herkesin gördüğü, çözüm aradığı gerçek problemler gündem oluşturmaktadır. Bu sebeple de sadece mazlum, mağdur ve sesi duyulmayanlar değil vicdan sahibi her kesimden ADF’ye büyük bir teveccüh ve rağbet oluşmaktadır.
- Dördüncüsü, artık bir şehre dönüşen dünyamızda problem olanlar, kaos ve kavga çıkaranlar, güç dışında hak-hukuk ve kural tanımayanlar, üstelik de kendilerini modern, çağdaş, demokrat, temel hak ve hürriyetlere saygılı ilan ettikleri halde problemin kaynağı olanların teşhir edilmesi için Davos gibi tuzu kurular platformuna değil, soykırıma uğrayan, öldürülen, ülkesi yağmalanan, tehdit edilen ve kurtuluş ümidi arayanların sesinin duyurulacağı Antalya Diplomasi Formu gibi tabii ve hür zeminlere ihtiyaç vardır. Bu sebeplerle de ADF sadece 4 senede 54 yaşındaki DEF’yi gölgelemeye başlamıştır. Gelecek yıllarda bu durum daha açık bir şekilde görülecektir.
Bu kısa mukayeseden sonra biraz da Antalya Diplomasi Forumu’na ilişkin gözlemlerimizi ifade edelim;
11 Nisan 2025 saat 15:30’da Dışişleri Bakanı Hakan Fidan kısa, öz, amma oldukça etkili bir açış konuşması ile Forum’un amaçlarını ortaya koymuş ve ADF’nin marka değerinin artışını, “jeo-stratejik konumu gereği Türkiye’nin krizlerin tam kalbinde, gerilimlerin orta yerinde, ama çözümün de merkezinde duran bir ülke” olmasıyla açıklamıştır. Daha sonra kürsüye gelen Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan başta Gazze’deki soykırım ve İsrail terörü, Lübnan ve Suriye’nin güvenliği ve yeniden yapılanması, Rus-Ukrayna harbi ve ABD’nin başlattığı küresel ekonomik savaş başta olmak üzere diplomasinin çözüm aradığı tüm meseleleri içine alan kapsamlı bir değerlendirme yapmıştır. İsrail’in neden bir terör devleti olduğunu hem salondakilere hem de medya üzerinden tüm dünyaya ilan etmekle kalmamış, İsrail zulmüne arka çıkanların da aynı suçun şerikleri olduklarını ve en az terörist İsrail kadar suçlu olduklarını kayda geçirmiştir. Adeta salondakilerin ve muhtemelen de tüm televizyonlardan takip edenlerin vicdanının sesi olmuş, yapılan alkışlamalar sanki Erdoğan ile salon arasında canlı bir diyaloğa dönüşmüştür.
Antalya Diplomasi Formu ile ilgili genel intiba, kapsayıcı, eşitlikçi, hür fikirli, katılımcı, değerlere, ahlâka ve hukuka dayalı, problem çözme temelli ve ihtiyaçların ortaya çıkardığı bir uluslararası zemin olduğu yönündedir. İlave olarak da hep bu tür forumların dışarısında kalan ülkelerin ve özellikle de İslâm ülkelerinden iştirak edenlerin kendilerini Antalya’da evlerinde gibi hissetmeleridir.
Hasılı, soğuk savaş döneminin kurumlarının iflas ettiği ancak yeni dönemin yapılarının da henüz ortaya çıkmadığı bir ara dönemdeyiz. Bu geçiş döneminin fırsat ve tehditlerini kim daha iyi hesaplar ve kim siyaset ve stratejilerini ona göre geliştirise gelecek dönemin en çok kazananı da o olacaktır. Türkiye sesi olduğu hakkaniyetin, insafın, vicdanın ve aklın gereği olarak bölgede barışı inşa etmeye adaydır. Osmanlı döneminde ortaya koyduğu iyi uygulama örnekleri üzerinden de daha âdil bir dünya düzeninin kurulabileceğini savunmaktadır. İşte Antalya Diplomasi Formu bir ortak akıl olarak bu umut ve câzibenin merkezi rolünü oynamaktadır.
[1] Konuyla ilgili bkz. Bozan, M. (2023). Birleşmiş Milletlerde Demokratikleşme Sorunu, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/2970045
[2] Dünya Ekonomik Forumu 1971 yılında Prof. Dr. Klaus Schwab tarafından İsviçre’nin Davos kasabasında Avrupa Yönetim forumu olarak kurulmuş, 1987 yılında adı Dünya Ekonomik Forumu olarak değiştirilmiştir. Önceleri ekonomik alanda sermaye çevrelerinin tartıştığı bir platform iken 1974 yılından itibaren devlet adamlarının ve siyasetçilerin de davet edilmesiyle bugünkü halini almıştır. Bkz. https://www.weforum.org/about/world-economic-forum/