Biri hakiki Siyonist Yahudi (Netenyahu), diğeri Siyonist Evangelist (Biden) birarada.
Prof. Dr. Mahmut Bozan
7 Ekim 2023 tarihinde HAMAS’ın “el Aksa Tufanı” diye adlandırdığı İsrail saldırısı dünya gündemine Filistin’de yaşanan dayanılmaz Yahudi işgal ve baskısını getirmekle birlikte çoğu çocuk, kadın, yaşlı ve savunmasız 13.000’i mütecaviz Filistin halkının ölümü ile yerle bir edilen Gazze’yi de taşıdı. “Bir avuç” Yahudi’nin devasa Arap dünyası karşısında fütursuzca işlediği soykırım, etnik temizlik ve savaş suçu olarak tanımlanan alçak cinayetlerini işlemeye nasıl cesaret edebildiği sorularını da tekrar sordurdu. Dünün gaz odalarında can veren, fırınlarında yakılan Yahudilerinin bugün kendisine yapılanların beş beterini Filistinli Müslümanlara yapmada en ufak bir tereddüt göstermediğini ve dün kendisini Avrupa’dan işkencelerle kovanların bugün kendisine arka çıkmasındaki tezatta yatan gizli amacı da derhatır ettirdi.
Ama ne Filistin, ne Kudüs ve ne de Mescid-i Aksa Arap dünyası sınırlılığında değerlendirilebilir. Zira bir asır önce Osmanlı vilayetleri içinde huzurlu bir bölge olan Filistin, içindeki tüm mukaddes beldeleriyle İslâm Dünyası için bir “harem” bölgesidir. Hatta Ehli Kitap için de böyle olduğundan Osmanlı Devleti o bölgede kucaklayıcı bir anlayışla Müslümanlarla birlikte Hristiyan ve Yahudilerin de yaşamasına müsaade etmiştir. Şimdi ise Yahudiler Hristiyanlarla bir olup oradaki Müslümanları tehcire zorlamakta, direnenleri de yok etmeye çalışmaktadır.
Bu şer ittifakına karşı İslâm dünyasının tavrı acınacak bir vaziyettedir. Filistinlilerin haklarını en başta savunmakla mükellef olan devlet başkanı Mahmud Abbas’ın Gazze’ye bakışı şaşıdır. Sanki Gazze Filistin’in bir parçası değildir. Suudi Arabistan, Mısır başta olmak üzere diğer Arap ülkelerinin idarecileri de aynı umursamazlığın safında, sokaklarındaki insanların öfkelerini temsilden bile uzaktadırlar. Türkiye hariç sair İslâm ülkelerinden de cılız sesler yükselmekte, İskoçya, ispanya ve Brezilya hükümetlerinden yapılan sert tenkitler Müslüman halkların hissiyatıyla daha yakın durmaktadır.
Türkiye’nin Filistin hassasiyeti ise fiili bir müdahale dışında “elden gelen her şeyi” yapmak şeklinde tezahür etmektedir. Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan başta olmak üzere devletin tüm kademeleri Filistin’de uygulanan mezalimi bertaraf etmek için çalışmakta, özellikle İslâm İşbirliği Teşkilatı üzerinden İsrail ve destekçilerine baskı yapmaya çalışmaktadır. Türkiye’nin Filistin’e denizden askeri bir yardım ve destek sağlama ihtimali dikkate alınarak ABD ve Birleşik Krallık Gazze önüne uçak gemileri ve kraliyet donanmasından oluşan bir bariyer çekmişlerdir. Karadan bir desteğin önü ise Suriye’nin hava sahasını koruyan Rusya tarafından kesilmiştir. ABD’nin muvazaalı rakibi Rusya Şam ve Haleb’i bombalayan İsrail savaş uçaklarına Suriye hava sahasını açmakta, herhangi bir müdahalede bulunmamakta fakat PYD/YPG gibi PKK uzantılarına Türkiye’nin müdahalesi mevzu bahs olunca hava savunma sistemi hemen harekete geçmektedir. Yani İsrail sadece ABD, Birleşik Krallık ve Fransa tarafından değil, güya onların rakibi olan Rusya tarafından da korunmaktadır. Hamas’ı kışkırtan İran ve onun Lübnan’daki Hizbullah gibi taşeron örgütleri ise “kuru-sıkı” tehdit dışında elle tutulur bir destek sağlamamaktadır.
Bu savunmanın gerisinde kendisini emniyete alan İsrail ise savunmasız, silahsız ve korumasız mâsum Filistin halkını imha etmeye çalışmaktadır. Bu Siyonist Yahudi-Hıristiyan dayanışması karşısında İslâm İşbirliği Teşkilatı ne yapmaktadır? Biraz da bu yutkunan tutuk devi teşrih masasına yatıralım.
1969 yılında Suudi Arabistan’ın Cidde şehrinde kurulan İslâm Konferansı Teşkilâtının amacı İslâm Dünyasının hak ve menfaatlerini korumak, üye devletler arasında işbirliği ve dayanışmayı güçlendirmektir. Teşkilâtın adı 2011 yılında Astana’da yapılan 38. Dışişleri Bakanları Konseyi’nde İslâm İşbirliği Teşkilâtı (İİT) olarak değiştirilmiştir. İİT’nin toplam 57 üye ülkesi bulunmaktadır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti de “Kıbrıs Türk Devleti” adıyla gözlemci ülke statüsündedir. Birleşmiş Milletlerden sonra en fazla üyeye sahip olan İİT, maalesef siyasi, iktisadi ve askeri etki gücü olarak “kalıbının adamı” değildir. Başlık resminde olduğu gibi ayağından kırıp-atacağı zayıf bir bağla kayıt altına alınan dev, maalesef ki o müdara bağı koparmak için en ufak bir teşebbüste bulunmamakta, arada sırada çıkardığı homurtular ise kimseyi korkutmamaktadır.
İİT’deki yapı ve işleyişe gelince, teşkilatın en yetkili organı olan İslâm Zirvesi 3 yılda bir toplanmakta, ülkeler bu zirve toplantılarında Devlet Başkanı seviyesinde temsil edilmektedir. Diğer önemli bir yapı da zirvelerde belirlenen politikalar çerçevesinde kararlar almak ve uygulamaları izlemek maksadıyla yılda bir kere toplanan Dışişleri Bakanları Konferansıdır. Üçüncü organ ise İİT Parlamenterler Birliğidir. Bu organlarda resmi dil olarak Arapça yanında iki sömürgeci ülkenin dili olan İngilizce ve Fransızca kullanılmakta, ne hikmetse Türkçe bu Teşkilatta kendisine yer bulamamaktadır. Endonezya, Pakistan Bangladeş gibi büyük nüfusları olan ülkelerin dilleri de yoktur. Bu garip durum Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun İİT’nin genel sekreterliğini yaptığı dönemde(2004-2014) bile düzeltilememiştir.
İİT’deki diğer organlara gelince Kudüs Komitesi, Enformasyon ve Kültürel İşler Daimi Komitesi, Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi ve Bilim ve Teknolojik İşbirliği Komitesi gibi daimi komiteler ile İcra Komitesi bulunmaktadır. Ayrıca Genel Sekreterlik yanında Uluslararası İslâmi Adalet Divanı, Bağımsız Daimi İnsan Hakları Komisyonu, Daimi Temsilciler Komitesi ve diğer uzmanlık kuruluşları da mevcuttur.
İİT’nin web sayfası incelendiğinde adeta bir haber ajansı gibi çalıştığı, İslâm dünyasının meselelerini ele alışta en fazla” kınamalar” yaptığı, yer yer de durum tespiti seviyesini geçmeyen rapor ve basın açıklamalarına yer verdiği görülür. İİT’nin en dikkate değer belgesi 2016 yılında İstanbul’da düzenlenen 13. İslâm Zirvesinde son şekli verilen On Yıllık Eylem Programı (2016-2025)’dır.
Program incelendiğinde “siyasi irade, dayanışma ve ortak İslâmî eylem, ılımlılık ve İslâm’ın hoşgörü anlayışı, İslâm hukuku, İslâm fıkıh akademisi, terörizmle mücadele, İslâmofobi ile mücadele, insan hakları ve iyi yönetişim, Filistin ve işgal edilmiş Arap toprakları, çatışmaların önlenmesi ve çözümü, barışın tesisi, ekonomik işbirliği, İslâm Kalkınma Bankası’nın desteklenmesi, doğal âfetler karşısında sosyal dayanışma, Afrika’da yoksullukla mücadele, yükseköğretim, bilim ve teknoloji, İslâm dünyasında kadın, genç ve çocuk hakları ve aile, üye ülkeler arasında kültürel değişim” gibi kapsamlı bir iş yükü sayımı yapılmakla birlikte bu meselelerin halli için nasıl bir siyaset izleneceği belli değildir.
ABD liderliğindeki Batı ve Hıristiyan dünyanın diğer ülkelere yaptığı siyaset diktesinden veya en ufak bir menfaat ihlâlinde “iktisadi, ticari, askeri ve teknolojik yaptırımlara” sarılmasından her hangi bir ders alınmışa da benzememektedir. Bu silik yapıdan müessir siyasetler beklemenin hayalden öte bir değeri yoktur. Oysa İİT’nin elinde genç nüfus potansiyelinden, enerji kaynaklarına ve pazar imkânlarına kadar kullanabileceği pek çok kozu ve etkili silahı mevcuttur. Dünyada yaklaşık iki milyar Müslüman yaşamakta, dünya petrol ve gaz rezervlerinin yaklaşık %75’i İslâm ülkelerinin elinde bulunmaktadır. Bunun yanında dünyanın en fakir ülkeleri de İslâm dünyasında bulunmaktadır. Sadece İslâm’ın farz bir emri olan zekât müessesesi işletilse dünyada fakir İslâm ülkesinin kalmayacağı aşikârdır. On yıllık programa yazılan “yoksullukla mücadelenin” basit bir çözümü ortada iken, kurulduğu günden beri bunu bile beceremeyen bir Teşkilat zihinlerde kocaman bir yük olarak durmaktadır.
Peki, neden İİT’de böyle zavallı bir tablo vardır? Sorunun cevabı bu kısa makaleye sığmayacak kadar büyüktür. Ancak en can yakıcı olanları, bu ülkelerin yönetimleri ile halklarının aynı değerleri paylaşamaması, yöneticilerin kendilerini halklarından ziyade emperyalist güçlere borçlu hissetmeleridir. Bu ülkelerde insanların kendi değerleri değil emperyalist ülkelerin hukukları ve kuralları geçerli olmaktadır. Siyasi birliğin gücünden istifade edilememekte, ayrışan ve zayıf düşen ülkeler Batı tarafından kolayca sindirilebilmektedir. Tüm bu dertlere şifa için kurulan İİT; “Müminler birbirlerini sevmede, merhamet ve şefkat göstermede, tıpkı bir uzvu rahatsızlandığında bu acıyı paylaşan bir bedene benzer (Buhari 27, Müslim 66).” Hadisinde tarif edilen bütünlüğe ve kıvama gelmedikçe Avrupa Birliği gibi bir dayanışma ortaya koyamayacaktır.
İşte tüm bu hikâyeyi Filistin’de yaşanan soykırım, etnik temizlik ve tehcire karşı Arap Birliği ve İslâm İşbirliği Teşkilatı’nın kınama ve kuvvetli kınama ile sınırlı kalan tavrı ve tutumu özetlemektedir.