
Prof. Dr. Mahmut BOZAN
Zihni hazırlama bâbında mukaddem olarak söylemek gerekirse kelime ve kavramlar zaman içerisinde yeni mânalar yüklenerek zenginleşebilir, hatta ilk kullanıldığı mânayı aşarak farklılaşabilirler. Bu durum bazen bazı sosyolojik etkileşim ve dönüşümler sebebiyle tabii bir seyir içinde olurken bazen de haber ve propaganda kaynaklarına hükmedenlerin siyasi çarpıtmaları ile meydana gelir. Bir kavramı kabından taşırarak farklı mânalar yüklemenin tarihte en bilinen misalini Bâtıniler ve Hurufîlerde görmek mümkündür. Bu sebepledir ki bu mezhep veya tarikatlar ehl-i sünnet anlayışında istikametten ve sırat-ı müstakimden sapma olarak değerlendirilmiştir. Tıpkı kavram daraltması yapan ehl-i zahir ve tekfirci Vahhabiliğin tefriti gibi. Hâsılı ifrat ve tefrit, istikamet ve vasatı zehirleyen iki aşırı uç olarak görülmüş, tavsif ve tarifin her zaman “ağyarını mâni, efradını câmi” olmasına itina gösterilmiştir.
Mevzuumuza dönecek olursak bu asrın çarşısında en rağbet gören, alınıp satılan malın “demokrasi” olduğunu görürüz. Demokrasi kavramını kullananları üç gruba ayırmak mümkündür. Birinci grup müfritler yani demokrasiyi kendi amaçları doğrultusunda eğip-büken, ulviyet isnadı ile adeta putlaştıran ve o puta saygı göstermeyenleri teçhil ve tahkir eden, zaten demokrasi ağacının “batı” ikliminden maada başka yerde yeşermeyeceğini ilan ile öğünen Batılılardır. Sömürge döneminde nasıl işgal ettikleri ülkelere “medeniyet” götürdüklerini iddia etmişlerse yeni sömürü döneminde de açık veya örtülü işgal ettikleri ülkelere “demokrasi” götürdüklerini iddia etmektedirler. Onlara göre demokrasi “genel ve eşit oy hakkına dayalı, hür ve rekabetçi bir vasatta, yargı denetimi altında, gizli oy-açık tasnif kaidesine göre halkın kendi yöneticilerini belirli zaman dilimleri için seçtiği, denetlediği ve değiştirebildiği” bir rejimden öte bir şeydir. Zaten “batı” ikliminden başka yerde büyümediği için Batı ülkeleri dışındaki demokrasiler meyvesiz “saksı” demokrasileridir. O ülkelere illa da ABD veya Avrupa eliyle “demokrasi”(!) götürülmesi lâzımdır. Makalede tam da Batılı ülkelerin “demokrasi” anlayışları resmedilmektedir. İngiltere, Fransa, Almanya ve İtalya’nın Afrika’ya, yakın dönemde ABD’nin Afganistan ve Irak’a götürdüğü demokrasiler gibi. Elbette tüm Batılılar böyle düşünmemektedir. Batı demokrasileri için “seçimle gelen krallar” ve “oligarşinin tunç kanunu” eleştirisini yapanlar, özellikle hürriyet kavramının tarif ve anlaşılmasında batağa saplanan “Batı” gerçeğini fark eden mütefekkirler de vardır. Bu kayd-ı ihtirazı koyduktan sonra altını çizeceğimiz husus Batılı devletlerin siyasi tutum ve tavırlarının demokrasi kavramını kabını taşırarak kullandıkları gerçeğidir.
Demokrasi kavramını reddeden ve Batı’nın abartılı tariflerinden ürken diğer uçta tefritçiler bulunmaktadır. İfratın tefrite kapı açtığı doğrudur. Demokrasi kavramını istismar ederek gittikleri ülkeleri bir dönem “medeniyet götürüyoruz” diye işgal edip yağmalayanların şimdi de “demokrasi götürüyoruz” diye soymaya kalkışmaları demokrasiyi “lânetli” bir kavrama dönüştürmüştür. Tıpkı Afrika’da ortaya çıkan “Boko Haram[1]” örgütü gibi. Bu toptancı anlayış da tüm mazeretlerine rağmen kusurludur. Zira İslâm anlayışında devlet idaresi yönetenle yönetilenler arasında bir mukaveledir. Taraflar arasındaki bu kavilleşmede bir tarafta yönetime talip olanlar, diğer tarafta da cumhur yani halk vardır. Yönetime talip olanların uyması gereken hukukî kaideler, kanunlar veya temel kullanış ifadesi ile şeriat vardır. Yönetenler cumhurun iradesine tabidir. Mukavele olmadan biat da olmaz. Biat kavramı bazılarının zannettiği gibi “körü körüne itaat” mânasına asla gelmez. Bilakis, mukavele şartlarına riayet şartıyla itaati ifade eder. Nitekim İslam’ın ilk dönem uygulamalarında halkın biati (o döneme göre bir nevi oy vermesi) ile Halife (devlet başkanı) seçilen Hz. Ömer’in halka “Ben haktan, adâletten ayrılırsam ne yaparsınız?” diye sorması üzerine bir şahıs “ Eğer haktan ayrılır, inhirâf edersen, seni kılıcımızla doğrulturuz” diyebilmişti. Bu cevaba Hz. Ömer kızmamış, bilakis bu şuurda bir halka halife olduğu için Allah’a şükretmişti.
O halde Yunanca demokrasi kelimesi mâna itibariyle bize yabancı değildir. Sadece Batı ikliminde yeşeren bir ağaç hiç değildir. Hatta İslâm’ın ilk döneminde uygulanan cumhurî sistem Atina demokrasisinden fersah fersah ileridedir. Dönemin halifeleri cumhurun reyiyle seçilmişler, halk gibi yaşamışlar; asla ayrıcalıklı, şatafatlı ve zorba yönetici olmamışlardır. Bu dönem çok kısa sürse de “yaşanmış bir iyi uygulama örneği” olarak önümüzde durmaktadır. Bu sebeple cumhuriyet veya günümüz eşanlamlı ifadesi ile demokrasiye bakışın ifrat ve tefritten arındırılmış vasat şekli budur. Hatta devlet idaresi için karar alıcıların seçilmesi ehl-i sünnet anlayışında edille-i şer’iyyeden olan “icmay-ı ümmet” kavramının karşılığıdır. Bu vesile ile ifade etmek gerekir ki İslâm’da hükmün 4 ana kaynağı vardır. Birincisi Kitap (Kur’an), ikincisi Sünnet (Kısaca Hz. Peygamberin uygulamaları), üçüncüsü Kıyas-ı Fukaha (Hukukta kaziye-yi muhkem) ve dördüncüsü de icmay-ı ümmettir. Yani halkın ekseriyetinin iradesinin bir noktada toplanmasıdır. Demek cumhuriyet ve demokrasi tevem yani ikizdir. Mâna itibariyle halkın kendi iradesiyle yöneticilerini seçmesi, denetlemesi ve değiştirmesidir. Asla diktatörlük değildir.
Demokrasi günümüz idari sistemleri içinde milli iradenin belirleyiciliğini öne çıkaran bir rejim olup taçlısından temsilîsine, katılımcısından çoğul ve çoğunlukçusuna kadar farklı uygulamaları bulunmaktadır. Batı’daki demokrasi, bizdeki cumhuriyetin karşılığıdır. Daha sonra bu kavramlar zenginleştirilmiş, daha da vahimi cumhuriyet otoriter rejimlerle eşdeğer kabul edilerek “demokrasisiz cumhuriyet” gibi kavramlar bile türetilmiştir. Türkiye’de 1923-1950 arasında uygulanan rejime bu açıdan cumhuriyet denilmesi mümkün değildir. Saltanat kaldırılmıştır ama milli irade yöneticilerini seçemediği için cumhuriyet adı altında totaliter bir rejim hükümferma olmuştur. Bu uygulamaya bakılarak cumhuriyet kavramına da karşı çıkılamaz. Ancak demokrasi ve cumhuriyetlerde temel hak ve hürriyetlerin tarifinde ittifak edilememekte, hatta edilmek istenmemekte, başa dönecek olursak demokrasi kavramını istismar etmek isteyenler kasten böyle bir tercihte bulunmaktadırlar.
Sonuç olarak Batı’nın demokrasi istismarı ifrat, diğerlerinin ve özellikle İslâm ülkelerinde bir kesimin tekfiri tefrit, demokrasi ile cumhuriyeti mâna itibariyle idari bir sistem olarak görmek vasattır.
[1] Boko, İngilizce book (kitap) kelimesinden türetilmiş olup “kitap haram” yani “Latin alfabesi haram” veya “Batılı eğitim haram” mânasına gelmektedir. Bu reddediş kitap ve eğitim düşmanlığından değil, Batılıların eğitimi bir sömürü aracı olarak kullanmalarından kaynaklanmaktadır. Kenya’nın ilk devlet başkanı Jomo Kenyatta’nın meşhur şu sözü Boko Haram’ı da ortaya çıkaran bütün hikâyeyi özetlemektedir. “Batılılar geldiklerinde ellerinde İncil, bizim elimizde topraklarımız vardı. Bize gözlerimizi kapayarak dua etmeyi öğrettiler. Gözümüzü açtığımızda, bizim elimizde İncil, onların elinde topraklarımız vardı.”