Prof. Dr. Mahmut BOZAN
TBMM ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri geride kaldı. Mevcut seçim kuralları icabı ortaya çıkan Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı kutuplaşması seçimi adeta bir halat çekme oyununa döndürdü. 2019 Mahalli idare seçimlerindeki “kısmi başarı” CHP’de yeni umutların doğmasına yol açmıştı. Acaba öğrenilmiş çaresizliğin ilacı bulunmuş muydu? Aynı metotla genel seçimler ve cumhurbaşkanlığı kazanılabilir miydi? Seçim öncesi adaylık tartışmalarında reklamın gücüne inanan bazı kamuoyu araştırma şirketleri CHP’de en altta görünen Kemal Kılıçdaroğlu’nu parlatarak en üst sıraya çıkaran sözüm ona “araştırma” sonuçları yayımlamaya başladılar. Öyle ya R. Tayyip Erdoğan’ın karşısına “kola şişesi” bile konulsa kazanıyordu. Kılıçdaroğlu niye kazanmasındı ki? Gerçekler ise daha başkaydı. Kamuoyunu yönlendireceğini zanneden bazı araştırma şirketleri “alan araştırması” yerine “salon araştırması” yapıyorlardı ve halkın nabzını değil “kendi kamuoylarının” nabzını tutuyorlardı. Üstelik bunu ilk defa da yapmıyorlardı.
Neticede “geldi, gelmekte olan” ve R. Tayyip Erdoğan tekrar cumhurbaşkanı seçildi. Adeta “kazanması kesin” olarak propaganda edilen Kemal Kılıçdaroğlu 6’lı Masa desteğine, bol bol hayali cumhurbaşkanı yardımcılığı ve bakanlık koltuklarını dağıtmasına, ABD’den PKK elebaşlarına kadar birçok kesimlerin desteklerine rağmen kaybetti. Üstelik “6’lı Masa” daki ittifak ortaklarından 4 tanesini yanına alan CHP, milletvekili seçimlerinde %25 oyla öğrenilmiş çaresizliğini pekiştirmekle kalmadı, üstüne de 38 milletvekilinden oldu.
Şimdi 2024 yılı Mart ayında yapılacak mahalli idare seçimleri gündemde ve CHP’de ciddi bir kafa karışıklığı yaşanıyor. 1950 yılından beri tek başına iktidar olamayan ve %25 bandına çakılan CHP iç hesaplaşmalar ve kurultay kavgaları ile tekrar fasit daireye girmek üzeredir. Diğer adı ümitsizlik olan “öğrenilmiş çaresizlik” CHP’yi mecalsiz bırakmaktadır. İstanbul ve Ankara büyükşehir belediye başkanları “cumhurbaşkanlığı” rüyası ile şehirlerini ihmal ederken yine propagandanın gücüne sarılmakta, umut dağıtarak 2024 seçimlerini kazanmayı hayal etmektedirler. Bir adım öne çıkan Ekrem İmamoğlu ise “Dimyat’a pirince giderken, evdeki bulgurdan da olma” endişeleri içinde her tarafa çekilecek beyanatlar vermekte, ne İBB başkan adaylığından ne de CHP genel başkanlığı adaylığından vaz geçmek istemektedir. İttifakı “büyük hata” olarak kaydeden İYİ Parti başkanı Meral Akşener ise “tövbekâr” tavırlar sergilemekte, bazı yorumculara göre de pazarlık çıtasını yüksekten tutmanın işaretlerini vermektedir. 2024 Mahalli idare seçimlerinde ittifaklar nasıl şekillenecek, şimdiden kesin bir şey söylenemez olsa da bizim CHP’ye söylenecek bazı sözlerimiz olacaktır.
Bir akademisyen sorumluğu ile bazı tespitlerimizi en azından halkımızla paylaşmamız gerekecektir. Zira biz Türkiye’deki siyasetin hayati önemi haiz olduğuna ve ülkemizin geleceğini birinci dereceden etkileyen âmilin siyaset olduğuna inanıyoruz. Siyasetle kastettiğimiz ise “entelektüel” çevrelerin bayıldığı “epistemolojik” tanımıyla devlet idaresidir.[1] Yoksa avamî tarzda tedavüle sokulan günlük siyaset mübahaseleri değildir.
1. CHP kategorik olarak “solcu” bir partidir. Solculuk, 1789 Fransız ihtilalinden sonra kurulan meclisteki oturma düzeninden mülhem bir ifadedir. Meclisin sol tarafında oturan ve emeğin haklarını savunan, sosyalist, Marksist ve komünist siyasetçiler için kullanılmıştır. Sağcılık ise meclisin sağ tarafında oturan aristokrat ve zengin sınıfı teşkil eden aristokratlar ve sermaye sahipleri için kullanılmıştır. Buna göre CHP solcu değil sağcı bir partidir. Sermaye çevrelerinden ve zengin kesimden oy almaktadır. Bu sosyolojik gerçeklik seçimlerden sonra yayımlanan haritalarda ve en fazla oy aldığı mahallerde açıkça görülebilir. CHP sadece bir açıdan solcudur, o da ideolojik olarak Marksist düşüncenin bileşenlerinden olan materyalistlik, dine ve inanç değerlere uzaklık gibi kavramları sahiplenmesi itibariyledir. Milli iradenin demokratik seçimlerle belirlenmesi CHP’yi ekalliyete mahkûm etmektedir. Zira CHP halkın ekseriyetinden değil, nisbeten zengin ve ideolojik olarak ancak beşte birine tekabül eden bir kesiminden oy alabilmektedir. Bu sosyoloji CHP’yi tam da öğrenilmiş çaresizliğin gayyasına atmakta, her seçim kaybından sonra parti temsilcileri veya siyasi borazanları “hile yapıldı, oylar çalındı, câhil halk, kömür-makarnaya satılanlar” gibi bahanelere sarılmakta, CHP’ye ise toz kondurmamaktadırlar. 1923-1950 arası tek parti diktatörlüğünün damaklarında kalan lezzetini unutamamakta, bu sebeple darbelerden ve darbe destekçiliğinden vaz geçememektedirler. Demokrasi (milli irade) ise onlara sosyolojik gerçekliği gösterdiği için zahiren savunuyor gibi dursalar da hakikatte ondan pek hazzetmemektedirler. Haso-Memo edebiyatı, göbeğini kaşıyan adam tahkirleri, dağdaki çobanla kendi oyunun nasıl eşit olacağı sorgulamaları bu halk nefretinin açık tezahürleridir.
2. Türkiye’deki “sağ” partiler Fransız ihtilâlindeki oturma düzenine göre “sol” partiler olup emeğiyle geçinen geniş halk kitlelerini temsil ederler. Bir farkla ki sağ partiler materyalist ve Marksist düşünceye değil, inançlara, ahlâki değerlere, örf ve an’aneye kıymet verirler. Bu sosyolojik gerçeklik CHP’yi sınırlı bir alana mahkûm etmekte, öğrenilmiş çaresizliğin ikinci halkasını teşkil etmektedir.
3. 2. Dünya Harbinden sonra ortaya çıkan “soğuk savaş” döneminin iki kutuplu dünyasında ABD’nin başını çektiği Batı ittifakı vahşi kapitalizmin ve sömürünün liderliğini yaptığı için ona karşı çıkan SSCB blokunun ve onun ideolojisinin bir “aldatan put[2]” câzibesi vardı. Bu saman alevi 1991 yılında SSCB’nin dağılması ile söndü. Marksist ideoloji gölünün suyu kesildi. Müntesipleri de dağıldılar. Hal böyleyken CHP’nin Marksist fikirleri savunması onu bir nevi fosilleştirmektedir.
Diğer yandan tek başına kalan küresel sömürücüler yeni rakiplerin çıkmaması için kısmen örtülü bir mücadelenin içine girmişlerdir. Zira Batı’nın karanlık dönemini ifade için kullanılan “orta çağ” İslâm’ın zirve dönemini temsil etmekte ve elbette onun sadece bir siyasi sistemi değil iktisadi bir sistemi de bulunmaktadır. Bu iktisadi sistem ne emeğin ne de sermayenin diktatörlüğüne müsaade etmeyen, zenginle fakir arasındaki mesafeyi altın oran olan 40’la sınırlayan zekât sistemi ile sermayenin dünyada tefecilik yapmasını engelleyen riba yasağıdır. Dünyanın en büyük kalpazanı olan ve dünyaya Dolar adı altında damgalı kâğıt satan ABD, bu sebeple Büyük Ortadoğu veya Genişletilmiş Ortadoğu Projesi gibi adlar altında İslâm dünyasını kontrol altında tutma stratejileri geliştirmektedir. Buna ilmi bir kılıf giydirmek için de “Medeniyetler Çatışması[3]” gibi tezlerle İslâm’ı terörle, Müslümanları da teröristlikle itham etmeye çalışmaktadır. CHP’nin bu gelişmeleri dikkate alarak 6 okundaki değerleri güncellemesi ve sosyolojik gerçekliğe göre yeniden yazması icap etmektedir. Öğrenilmiş çaresizliğin söylemi olan “değerlerimizden uzaklaşırsak sağa kayarız, zaten sağ boş değil” ifadeleri bir ıskalamadır. Zira sağ ve sol kavramları tarihe karışmış, insanlar; hukukun üstünlüğü, ahlâki değerler, rüşvet ve adam kayırmanın engellenmesi, halka hizmet ve milli iradeye ram olma gibi değerleri öne çıkarmaya başlamıştır. Bu sebeple ideolojik belediyecilik de yerini yavaş yavaş halka hizmet ve değerlerle bırakmaya başlamıştır.
4. CHP “helâlleşme, muhafazakâr çevrelerden adam devşirme” gibi taşıma suyla değirmen döndürmek yerine halkın değerlerini, demokrasinin ifade ettiği mânâyı, yani milli iradeyi esas alırsa bu fasit çemberi kırabilir, aşılmasını imkânsız sandığı duvarın ötesine geçmek için bir çok yol olduğunu farkedebilir ve öğrenilmiş çaresizliği umuda dönüştürebilir. Bu dönüşümün hayrı da “ehveni şer” olarak milletin mecbur kaldığı iktidarların kendilerine çeki-düzen vermesini sağlayabilir. Ancak bunun için çok da zaman kalmamıştır. Bu boşluğu CHP dolduramazsa bir başka siyasi hareket dolduracaktır. Tabiat gibi siyaset de boşluk kabul etmez.
[1] Devlet idaresinin Türk-İslam geleneğinde ne manaya geldiğini detaylı incelemek için bkz. Farabi (2013). El-Medinetü’l-Fazıla, Ter. A. Aslan, Divan Kitap/Nizâm-ül Mülk (2003). Siyasetnâme, Ter. N. Bayburtlugil, Dergâh Yayınları/Ebu’l-Hasan Habib el-Mâverdi (2021). El-Ahkâmü’s-Sultaniye, Ter. A. Şafak. Bedir Yayınları.
[2] Bkz. Koestler, A. ve Diğ. (1973). Aldatan Put, Ter. E. Gedik, Tur Yayınevi
[3] Bkz. Huntington, Samuel P. (2001). Medeniyetler Çatışması, Ter. M. Yılmaz, Vadi Yayınları.