Prof. Dr. Mahmut Bozan
BAKAD Başkanı
İspanya’nın başkenti Madrid’de 28-30 Haziran 2022 tarihleri arasında 32. NATO Zirvesi gerçekleştirildi. 30’u NATO üyesi olmak üzere 44 ülkenin devlet veya hükümet başkanlarının yer aldığı zirve, NATO’nun tarihindeki en üst düzey ve en kalabalık katılımlı zirvesi oldu. Türkiye’yi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın temsil ettiği zirveye, davetli ülke statüsüyle Hint-Pasifik’ten Avustralya, Yeni Zelanda, Japonya, Güney Kore, Avrupa’dan Finlandiya, İsveç, Avusturya, İrlanda, Malta, Güney Kıbrıs Rum Kesimi, Bosna Hersek ve Gürcistan, Kuzey Afrika’dan Moritanya ve enteresan şekilde Ürdün katıldı. “Madrid Stratejik Konsepti” adıyla NATO’nun gelecek 10 yılındaki yol haritasının belirlendiği zirvede, NATO’ya üyelik başvurusu yapan Finlandiya ve İsveç’in durumu kritik önem arz ediyordu. Türkiye’nin son anda bu ülkelerin üyelik müracaatını belirli garanti ve teminatlara bağlı olarak veto etmemesi zirvedeki neşeyi arttırdı. Türkiye’ye evet derken galiba Batı’nın genel ahlâkı olan “söz bir, dönmek iki,” bugün söz veririz yarın döneriz, “yalandan kim ölmüş ki?” gibi düşünceler ağır basmış olmalı. Ancak bu sefer taahhütlerin takibi ve TBMM’nin tasdiki gibi safhalar “papazın yahni yeme” iştihasını kesebilir.
Trump döneminde “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti” iddialarının ardından hasta başkan Biden’nin “yeniden Amerika” sloganı nasıl devreye sokuldu? Aşikâr ki bu tezgâh Ukrayna üzerinden yürütüldü. 1978 yılında Ukrayna’nın Krivoy Rog kentinde Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen ve “bir televizyon dizisinde kazara devlet başkanı olan küfürbaz bir öğretmeni canlandıran” Zelenski, oynadığı dizinin adıyla kurduğu partiden Ukrayna’nın devlet başkanlığına kadar yükselmişti. Tiyatro oyuncusu olan Zelenski’nin Ukrayna’yı Rusya’nın önüne atmakta nasıl bir oyun oynadığı veya nasıl bir rol verildiği şimdilik bilinmiyor. Ancak bu öpücüğün “beyin ölümü tehlikesini bertaraf ederek” uyuyan NATO’yu uyandırdığı, kurbağalıktan kurtardığı, “yeniden büyük Amerika” niyetine çok yaradığı, hatta 2030’a uzanan yol haritasında ABD’ye NATO üzerinden bir dünya hâkimiyet rüyası gördürdüğü söylenebilir.
NATO’nun yeni konseptine dönmeden önce bu konsept kavramının üstündeki strateji ve siyasetin ne olduğu üzerinde kısaca durmakta fayda var. Zira konsept stratejisiz, strateji de siyasetsiz olmaz. Siyaset veya politika; devlet işlerini tanzim ve icra sanatıdır. Eğer ortada ülkeleri içine alan NATO gibi bir teşkilattan bahsediyorsak siyasetini de üye kuruluşların müştereken belirlemesi icabeder, ancak reelpolitik öyle işlememekte, NATO’yu kuran iradenin siyasi hedefleri NATO’nun da siyasi hedefleri haline gelmektedir. Nitekim bazı kritik dönemeçlerde ABD “bu konu tartışmaya açık değildir” diyerek kestirip atabilmekte, diğer dişli bazı üyeler ise en fazla homurdanmakta, zayıflar ise kraldan fazla kralcı olabilmektedir. Strateji ise askeri, iktisadi, sosyal ve benzeri alanlarda geliştirilen politikaların ayrıntılı uygulamasıdır. Siyaset veya politika “ne yapılacağını” ifade ederken, strateji “nasıl yapılacağını” açıklar. Siyaset yeterli ölçüde tanımlanmış devamlılık arz eden kararlardan oluşur. Strateji ise, ilerde meydana gelebilecek bütün durumların önceden tahmin edilemediği kısmi belirsizlik hallerinde alınan karar türüdür. Politika karar vermede bir düşünme rehberi iken, strateji; bu rehber doğrultusunda amaç belirleme ve kaynak kullanma kararı ile uygulamaya yönelik adımların atılmasında bir ileri aşamayı oluşturur.
Makaleye konu olan konsept kavramı ise bir düşünce ve niyetin ana hatları, düşüncenin zihindeki soyut ve genel tasarımıdır. Mesela NATO’nun 1950 savunma konsepti tecavüzü caydırmak iken, 2000 sonrası konsepti uluslararası terörizmle (üstü örtülü olarak İslâm ülkeleri ve Müslümanlar) mücadele olmuştur. NATO’nun 2010 Lizbon Zirvesinde belirlenen stratejik konsepti; nükleer ve konvansiyonel caydırıcılık iken NATO’nun 2030 konsepti “yeni bir çağ için birliktelik” olup, hedef tahtasına Rusya ile beraber Çin de oturtulmuştur.
ABD’nin hedef aldığı Rusya’nın 2000’li yıllar için geliştirdiği güvenlik konsepti, askeri gücün tahkimi ile tehdide karşı koyma ağırlıklıydı. Bunun sebebi de bünyesinde önemli bir Müslüman nüfus barındıran Rusya’nın ikinci bir dağılma endişesi taşımasıydı. Rusya bu hedeflerine ulaştıktan sonra eski bazı SSCB ortakları ile Kolektif Güvenlik Antlaşması Teşkilatı’nı kurarak konsept genişlemesi yapmıştır. Çin ise gelecek inşasına önce ‘’barışçı yükseliş ve milli yenilenme’’ ile başlamış daha sonra ‘’yeni müdahaleciliğe karşı koyma’’ şeklinde özetlenecek bir konsept geliştirmiştir. Çin’in savunma konseptinin sacayaklarını ‘uzay güvenliği, siber güvenlik, nükleer güvenlik ve donanma güvenliği’ oluşturmaktadır.
Görüldüğü üzere dünya siyasetinin birinci liginde oynayan devletlerin hem siyasetleri, hem stratejileri hem de konseptleri ülke sınırlarını aşmakta, hatta uzaya çıkmaktadır. İmamesi kopan İslâm Dünyasında ise “sürüklenen devlet” veya “uydu devlet” pozisyonundan sıyrılarak en azından kendi sınırları ve bölgesi için siyaset ve stratejileri olan çok az devlet bulunmaktadır. Türkiye bu hususta bir istisna teşkil etmektedir. Çok şükür ki pek çok sıralamada ilk 10’a giremeyen Türkiye’nin ilk 7’ye giren bir ordusu ve askeri gücü ile büyük oranda kendisini savunabilecek milli bir savunma sanayii bulunmaktadır. Jeo-politik konumu, tarihi kimliği ve miras aldığı Osmanlı hinterlandı ile jeo-stratejik imkânları da Türkiye’nin elini güçlendirmektedir. 2022 Madrid NATO zirvesi dünya siyasetinin nerelerde şekillendiğini bir kere daha ortaya koymuş, pek hazzetmeseler de Türkiye’ye olan ihtiyaçları sebebiyle sahte dostluk beyanatları bu defa da aile fotoğrafına yansımıştır.
NATO’nun kurulduğu günden Madrid’de gerçekleştirdiği 32. Zirveye kadar kabul ettiği konseptlere göz atıldığında dikkati çeken en temel husus ABD’nin küresel hâkimiyet siyasetidir. Bu siyasetin dönemeçlerine bakıldığında soğuk savaş ve soğuk savaş sonrası dönem ile 2001 yılı New York’taki ikiz kulelerin vurulmasıyla başlayan ve NATO üzerinden yürütülen üç ana dönüşümden bahsedilebilir[1].
NATO’nun Soğuk Savaş döneminin iki kutuplu güvenlik ortamındaki temel stratejisi, devlet-merkezli tehditlere karşı savunma ve caydırıcılık odaklı olmuştur. Bu temelde uluslararası sistemde ortaya çıkan yeni durumlara uygun olacak şekilde stratejiler belirlenmiş, dört stratejik konsept yayınlamıştır. İlk resmi stratejik konsept 6 Ocak 1950’de yayınlanmıştır. Bu belgede ittifakın öncelikli olarak caydırıcılık fonksiyonuna odaklanacağı, kuvvet kullanımının ancak saldırı karşısında söz konusu olacağı vurgulanmıştır.
NATO 1952’de ikinci stratejik konsepti, savunma planları gereği “istisnasız her tür silahla stratejik karşılık verebilme kapasitesini mümkün kılmak” üzerine oturtulmuştur. 1957’de kabul edilen üçüncü stratejik konsept, “kitlesel karşılık” stratejisini hayata geçirmiştir. Kitlesel karşılık stratejisine göre, Sovyetler Birliği Avrupa’ya konvansiyonel silahlarla saldırsa dahi NATO nükleer gücünü kullanacak, diğer bir deyişle NATO Sovyet saldırganlığına her durumda kitlesel karşılık verecekti. Ocak 1968’de “Esnek Karşılık Stratejisi” NATO’nun dördüncü stratejik konsepti olarak kabul edilmiştir. Esnek karşılığın en önemli unsuru muhtemel bir saldırı karşısında ittifakın nükleer silahlara kademe kademe başvuracak olması, yani silahların niteliğinin yavaş yavaş artırılacak olmasıydı.
Varşova Paktı ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla NATO için yeni bir dönem başlamıştır. NATO’nun ana varlık sebebinin ortadan kalktığı yönünde tartışmaların sürdüğü bu süreçte 1991 Roma Zirvesinde açıklanan NATO’nun yeni stratejik konsepti, Avrupa’da güvenlik ortamının değişimine vurgu yaparken, çatışma odaklı geleneksel söylemin yerini işbirliği ve diyalog kavramları almıştır. 1999 yılında gerçekleştirilen Washington Zirvesinde kabul edilen yeni konsept, ittifakın coğrafi odağını Kuzey Atlantik değil, Avrupa-Atlantik olarak daha geniş bir alanda tanımlamıştır. 1999 stratejik konseptinin bir diğer dikkat çekici boyutu, ittifakın Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan güvenlik ortamında karşı karşıya olduğu güvenlik sorunlarının odağına göç ve enerji kaynaklarına ulaşımın engellenmesi ile kitle imha silahlarının yayılması, terörizm ve örgütlü suçlar alınmıştır. SSCB’nin dağılmasıyla tehdidin ortadan kalktığı, binaenaleyh NATO’ya da ihtiyaç kalmadığı yönünde özellikle Almanya kaynaklı itirazlara ABD’nin cevabı sert olmuş ve bu dönemde komünizmin yerini “cihadist, fundamentalist İslâm’ın aldığı” üstü örtülü olarak ifade edilmiştir. Bu dönemde Samuel Hungtington’un “Medeniyetler Çatışması” tezi ABD ve dolayısıyla NATO stratejisine yön veren en temel belge olmuştur. Önceleri İslâm’ı cihadist, fundamentalist sıfatlarla ötekileştiren Batı ve ABD daha sonra perdeyi atarak İslam’ı terörle aynileştirmeye çalışacaktır[2].
2006 Prag Zirvesinde ilk kez NATO’nun rolü küresel ölçekte tanımlanmış, 2010 konseptinde ise NATO’nun küresel sorumlulukları belirgin şekilde ön plâna çıkartılmıştır. NATO 2010 konseptiyle birlikte artık Avrupa-Atlantik’e odaklı bir ittifak olmaktan çıkmış, Lizbon 2010’da yapılan zirvede Rusya için “dış partner” tanımı yapılmıştır. 2010 konseptinde ortaklık ve diyalog kapsamında Rusya ile ortaklık da NATO-Rusya ortaklığının ortak barış, güvenlik ve istikrara yaptığı ve yapmaya devam edeceği olumlu katkı bağlamında vurgulanmıştır. Ancak Rusya’nın bu dış ortaklığı uzun sürmeyecektir. 2010 stratejisinin üzerinden henüz 10 yıl geçmeden Rusya-NATO ortaklığı askıya alınmış, 2022 Madrid zirvesinde ise baş tehdit olarak Çin ile beraber tekrar hedef tahtasına oturtulmuştur. Rusya’nın Ukrayna’yı işgal hareketi Madrid zirvesinin temel konularından birisi olmakla beraber zirveye 30 NATO üyesi yanında ilaveden katılan 14 ülkenin varlığı başka bir niyeti de tezahür ettirmektedir. Bunlar içinde Türkiye’nin de müracaatını şartlı olarak engellemediği İsveç ve Finlandiya’ya ek olarak, komşumuz Gürcistan ile Güney Kıbrıs Rum idaresi ve Çin’i tehdit olarak gösteren ve çevredeki ülkelere “şefkatli kollarını açan” ABD’nin Avustralya, Yeni Zelanda, Japonya ve Güney Kore’yi NATO’ya dâhil etme arzusudur.
Madrid zirvesinde Rusya, müttefiklerin güvenliğine yönelik en önemli ve doğrudan tehdit olarak ilk sırayı alırken; “Çin’in hırsları ve zorlayıcı politikaları, çıkarlarımıza, güvenliğimize ve değerlerimize meydan okuyor. Çin küresel ayak izini ve proje gücünü artırmak için geniş yelpazede siyasi, ekonomik ve askeri araçlar kullanırken, stratejisi, niyetleri ve askeri birikimi hakkında belirsizliğini koruyor. Çin, kilit teknolojik ve endüstriyel sektörleri, kritik altyapıyı ve stratejik malzemeleri ve tedarik zincirlerini kontrol etmeye çalışıyor. Ekonomik gücünü stratejik bağımlılıklar yaratmak ve etkisini artırmak için kullanıyor. Uzay, siber ve denizcilik alanları da dâhil olmak üzere, kurallara dayalı uluslararası düzeni yıkmaya çalışıyor. Çin ile Rusya arasında derinleşen stratejik ortaklık ve kurallara dayalı uluslararası düzenin altını oymak için karşılıklı olarak güçlendirici girişimleri, değerlerimize ve çıkarlarımıza aykırıdır.“
Denilerek uzunca bir gerekçe ortaya konulmaktadır. Son olarak Rusya, İran, Suriye, Kuzey Kore’nin nükleer ve kimyevi tehditleri ile İran ve Kuzey Kore’nin nükleer ve füze programlarını geliştirme çabalarına da dikkat çekilmekte, terörizmin tüm biçimleri ve tezahürleriyle NATO ülkelerinin güvenliğine ve uluslararası barış ve refaha yönelik en doğrudan asimetrik tehdit olduğuna işaret edilmektedir. Dünyada neredeyse kurulan tüm terör örgütlerini doğrudan veya dolaylı olarak kullanan ABD ve AB üyesi bazı ülkelerin bu arsızlığı ve utanmazlığını her halde Türkiye’den daha iyi bilen bir devlet yoktur. İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğini terör örgütlerinin desteklenmemesi şartına bağlayan Türkiye, ABD başta olmak üzere Fransa, İngiltere, Almanya ve birçok Avrupalı devletin PKK, PYD/YPG, IŞİD, DHKPC gibi terör unsurlarını nasıl desteklediğini, silah, mühimmat ve akıl verdiklerini belgeleri ile ortaya koymakta, zaten onlar da bunu gizleme ihtiyacını duymamaktadırlar. Bu pervasızlık “eli mahkum” ön yargı ve kabulüne dayanmaktadır.
Netice olarak 21. Yüzyılın yeni siyasi yapılanmasında bir süre daha Türkiye “aktif tarafsızlık” rolü ile işi götüreceğe benzemektedir. Elbette ki Türkiye’nin de kırmızı kitabında bir siyaset ve sev-ül ceyş notu bulunmaktadır. Gelecek yakındır.
[1] Konuyla ilgili bkz: Aksu Ereker, Fulya (2019). “NATO’nun Güvenlik Anlayışı ve Stratejik Konseptleri”, Güvenlik Yazıları Serisi, No.23, https://trguvenlikportali.com/wp-content/uploads/2019/11/NATOStratejikKonseptleri_FulyaAksuEreker_v.1.pdf
[2] Konu ile ilgili bkz: Bozan, Mahmut (2000). NATO, Yeni Stratejiler, Yeni Tehditler, Avrasya Etüdleri, TİKA, Sayı, 17, s.81-100. https://acikerisim.bartin.edu.tr/handle/11772/6488.